Devrimci aritmetik
Matematikle aram hiçbir zaman iyi olmamıştır; vaktiyle matematikten hep kırık not almamı daha çok tembelliğime, nâdiren de geri zekâlılığıma bağlardım; mâlumdur, bizde çocuğuna lüzumundan fazla düşkün ebeveynler, evlatlarının kötü karne getirmesini zekâ eksikliğine değil, kibarca dikkat dağınıklığına hamleder.
- Çok zekî ama çalışmıyor amcası! derler, "Ah bir çalışsa yapamayacağı şey yoktur keratanın..."
Çok sonraları durumu çözdüm; elbette geri zekâlı filan değildim; benim problemim başkaydı. Matematiğe inancım yoktu benim. "Nasıl yani?" diyeceksiniz. Anlayabilecek misiniz emin değilim ama deneyeceğim: Efendim, benim rakamlara inancım yok desek daha doğru olacak. Meselâ 3'ten 2 çıkarırsak 1 kalır ve bunu herkes bilir; buradan benim anladığım mânâ, birbirini izleyen iki sayı arasında bir tam sayı olduğudur. Ne var ki bu tam sayıya, yani ikiyle üç arasındaki bir birimlik aralığa sonsuz sayıda rakam yerleştirmek mümkün, hattâ zaruri; ee, o küsuratın her rakamı arasına yine sonsuz sayıda rakam dizisi yerleştiriyoruz, ne oluyor? Saçma sapan bir şey oluyor. Başı ve sonu belli olmayan, "saçaklı" bir rakam dizisini, güya eşit aralıklara bölüp her birinin aralığına sonsuz rakam dizisi koyarak bir temel inşa ediyoruz. Ne temel ama? Bu bulanık manzaraya bakınca diyorum ki, "Sayılar diye bir şey yoktur, çünkü bütün sayılar bire doğru yuvarlanıp giderler neticede; bütün sayılar aslında 1'den ibaretse matematiği niçin ciddiye almalı?"
Rakam diye bir şey yok aslında yahu, görmüyor musunuz? Birle ikinin arasındaki sınır belirsiz olduğu için matematiği asla ciddiye almadım ve tabiidir ki hep başarısız oldum. O günden beri matematik ödevlerini tek başlarına yapabilen çalışkan ve dişlerini her gün fırçalamayı ihmâl etmeyen öğrencileri hep kıskanmış ve nefret etmişimdir.
Ne yapayım, ben böyleyim; hasetlikse hasetlik işte!
Dolayısıyla geçen sene 2009 rakamı üzerinde nümerik tahliller yaparak, partisinin 40. yılını "eşref saat"e ve "fal-ı hayr"a bağlayan parti liderinin hesabını da pek ciddi bulmamıştım. Aynı parti lideri, matematiğe, daha doğrusu aritmetiğe karşı beslediği hayranlık dolu inancı, iki gün önce bir kere daha partililerle yaptığı toplantıda dile getirince fikirlerimi gözden geçirmek zorunda hissettim kendimi; parti lideri bakınız ne diyor:
"Partimiz niye tek başına iktidar olmasın; bunu hesaplayacaksınız. Bunu yapabilmek için her partiliye de bir görev düşüyor değerli arkadaşlarım. Hayatında hiç partimize oy vermemiş ilkokuldaki beş arkadaşını bulacaksın; ortaöğretimde beş arkadaşını bulacaksın; askerlik yaptığınıza göre asker arkadaşınızdan beş tanesini bulacaksın; mahalle arkadaşınızdan beş tanesini bulacaksın; sokaktan da dört arkadaşını bulacaksın. Hepsini toplarsan yirmidört. 49 milyonu 24'e böler iseniz, ortaya çıkan rakam oy temin edilmesi gereken hane sayısını kor. Demek ki o hane sayısı 24 oy getirirse siz 19 milyon oyla iktidar olursunuz değerli arkadaşlarım.
Bu, inandırıcı olmayan bir hesap mıdır? (Alkışlar...)"
Bu konuşmada en çok beğendiğim cümle sonuncusuydu; nitekim, "Bu inandırıcı olmayan bir hesap mıdır?" sorusunu kendi nefsime de sordum ve hesabın kalelerden daha sağlam bir metânet içinde olduğuna kanaat getirdim. Vâkıâ, böyle engin hesap bilgisine sahip olduktan sonra niçin 19 milyon oya kanaat getirildiğini pek anlayabilmiş değilim. Meselâ komşular, çocukluk arkadaşları, akrabalar, ilk gençlik aşkları da devreye sokulmuş olsa ve her biri 24 oy getirseler rahatlıkla 30-40 milyon oy bir çırpıda toplanabilir!
Netice itibariyle önümüzdeki seçimlerde "her partili 24 oy getirse iktidarız" hesabının ne derece doğru olup olmadığını göreceğiz; tabii, benim bütün sayıları 1'e doğru yuvarlayan devrimci aritmetik teorimin doğru olup olmadığını da!
Halep oradaysa arşın sandıkta!!