Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Vefa ve Ebul Vefa

Vefa ve Ebul Vefa

“Vefa, sadece İstanbul’da bir semt adı olarak yaşıyor” dendiğini çok duymuş olmalısınız...
Bu söz vefasızlıktan yakınanların dilinden düşmez...
Peki Vefa semtinin bu ismi kimden aldığını biliyor musunuz?
Semt, adını, asıl ismi Mustafa bin Ahmed, lâkabı Muslihuddîn olan “Ebul Vefâ”dan aldı.
Aslen Konyalıdır. İlk tahsilinden sonra, Edirne’deki Debbağlar Camii İmamı Şeyh Muslihuddîn’e talebe olmuş, ilim öğrenip feyz almıştır.
Sonradan, hocasının tavsiyesi üzerine, devrin önemli âlimlerinden Abdüllatîf-i Kudsî’nin sohbetlerine katılmıştır.
Hem din, hem de fen bilimleri öğrenmiş, özellikle tasavvuf ve matematik konularında uzmanlaşmıştır.
Kısa bir esaret hayatı da vardır: Hacdan deniz yoluyla dönerken, Rodos Şövalyeleri tarafından gemisi basılmış, yakalanıp Rodos zindanına atılmıştır.
Şeyh Vefa, “Bunda da bir hayır var” diye düşünüp kaderine boyun eğmiştir. Kendisini zindana kapatanlara bile kızmamış, hatta onlara acımıştır. Peygamber’inden tevarüs ettiği derin bir şefkatle, “Ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diyerek, onları da kucaklamıştır.
Zindancı, Şeyh Vefa’nın yüzüne bakar bakmaz etkilenmiş, diğerlerinden son derece farklı olduğunu fark ederek, ona ihtiyarsız bir hürmet ve merhamet göstermiştir.
Zincirlerini çözmüş, zindanın en iyi mekânını ona tahsis etmiştir.
Ama zindancının gösterdiği hürmet, zindandan kurtulmasına yetmemiştir. Ancak devrin ünlü kahramanlarından Kahramanoğlu İbrâhim Bey’in, Rodos korsanlarına “diyet” (kurtuluş parası) ödemesi sonunda özgürlüğüne kavuşabilmiştir.
Zindancısıyla vedalaşıp İstanbul’a dönen Şeyh Vefa, hapiste geçirdiği günlerden, özellikle de zindancının hürmet ve merhametinden öylesine etkilenmiştir ki, İstanbul’a dönüşünde, dergâhını, Hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı bir semte kurmuştur.
Çünkü Hıristiyanların arasında bile İslâm dininin hürmet ve merhametini yaşayanlar olduğunu zindanda, zindancının gösterdiği hürmetle fark etmiş, sonraki tavrını ve tarzını buna göre belirlemiştir...
Dergâhını Rumların kesif olarak yaşadığı bir semte kurması işte bu yüzdendir O semt de işte bu yüzden “Vefa” adını almıştır...
Dergâhının kapılarını her inançtan insana açmış, dost-düşman, Hıristiyan-Müslüman ayırımı yapmaksızın her seviyede insana ezeliyet sırrını ulaştırmış, ebediyet yolunu göstermiş, tebliğ mükellefiyetini Peygamber üslubuyla yerine getirmiştir.
Yaşantısı o kadar sade, yardımseverliği öylesine etkin ve sözleri o denli içtendir ki, pek çok Rum, sohbetleri sayesinde Müslüman olup ders halkasına girmiştir.
Ancak günlerinin çoğunu ilim ve ibadetle geçirdiği için, sadece belli vakitlerde özel ziyaretçi kabul ederdi. Bu prensibine o kadar bağlıydı ki, kendisini ziyarete gelen Sultan II. Mehmed’i bile kabul etmemiştir.
Devlet yönetiminde etkin isimlerle görüşmek için taklaların atıldığı şu günlerde, Ebul Vefa’nın Fatih’i kabul etmemesi ilginç bir durum oluşturuyor.
Bu ibret levhasının biraz teferruatına girmek, bu yüzden gereklidir.
Teferruatı sonraki yazımıza havale ederek, bugünkü yazımızı Süreyya Bey’in, “Sicill-i Osmâni”de, Şeyh Vefa hakkında yazdıklarıyla bitirelim:
“Debbağlar İmâmı Şeyh Muslihiddin Abdi’l-Lâtif-i Makdisî’den Tarikat-ı Halvetiyye’ye ahzeyledi. Dersaadet’e (İstanbul’a) gelip, meşhur olup, Sultan Ebü’l-Fettah Mehmed Han (Fatih) ve Sultan Bâyezid Hân Hazretleri ile müsahabat (yüz yüze sohbet) ve mülâkat (konuşma) nasip olmadı...
896 (1490) Ramazanı’nda fevt olup (ölüp) Sultan Bayezid Han Hazretleri cenâzesinde hazır olarak yüzünü görmüştür. Vefâ meydanına defnedildi. Keşf ü kerâmet ile meşhur ve celâl (öfkeli) halinde bir zât olup, müsahabâtı (sohbeti) lâtif idi.”
Fatih’i neden kabul etmediğine sonraki yazımızda bakalım inşallah.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi