40. Sanat Yılı’nda Yalçın Turgut Balaban
Hani, “öğrenmenin yaşı yok” denilir ya, önceki gece “yeni bir şey” öğrendim.
Önceki gece, Altunizade Kültür Merkezi’nde bir “vefa” toplantısı vardı... İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, güzel bir etkinliğe imza atıp, çizerimiz Yalçın Turgut Balaban’a, “40. Sanat Yılı”nda bir “plâket” takdim etmişti.
Kültür Müdürü Hüseyin Öztürk’ün; önce bir buket çiçek, ardından plâket takdim ettiği gecede; Av. Mehmet Ali Bulut, Bahçelievler eski Belediye Başkanı Muzaffer Doğan ve gazeteci Ekrem Kızıltaş, hem “karikatürün önemi”ne vurgu yaptılar, hem de Yalçın Turgut’la ilgili “hatıra”larını anlattılar.
Konuşmaların ardından kürsüye gelen Gazetemizin İcra Kurulu Başkanı Mustafa Karahasanoğlu da; Yalçın Turgut’un “karikatürist”liğinin yanı sıra, onun “iyi bir ressam” olduğunu, kendisine “iki adet yağlı boya tablo” yaptığını ifade etti.
KİMDİR YALÇIN TURGUT?
“Rahatsızlığı” sebebiyle etkinliğe katılamayan Hasan Aksay Ağabey ise, salona “telefon”la bağlandı ve Yalçın Turgut’la ilgili duygularını anlattı.
Peki, kimdir Yalçın Turgut?..
Buyrun, “Hasan Aksay Ağabey’in kaleminden” tanıyalım onu:
İstanbul’un köklü ailelerinden Balabanzâde’lerden Turgut Bey ile Dizdaroğulları’ndan Emine Hanımefendi’nin üç oğlundan en büyüğüdür.
1950 yılında doğdu. Erenköy Zihnipaşa İlkokulu’nu bitirdi. Saint Joseph Lisesi’nde başlayan orta öğrenimini TCDD müfettişi babasının tayini nedeniyle Eskişehir Atatürk Lisesi’nde bitirdi.
Sonraki hayat yolunu çizecek büyük ruh inkılâbını da orada yaşadı. Salih İzzet Erdiş-Cevat Ülger vesilesiyle Büyük Doğu’yla tanışan Yalçın Turgut’un “Cahiliye Dönemim” dediği dönem kapandı. “Aslî Ruh Köküm” dediği çizgisini orada buldu.
İstanbul’a dönen Yalçın Turgut; İÜEF Fransız Filolojisi ve İTİA Maliye bölümlerinde okudu. 1970’de; arkadaşı, ağabeyi, hocası mimar Cevad Ülger’in emrivakisi ile geldiği Bab-ı Ali’de kaldı.
İlk çizgileri Yeşilay-Mavi Kırlangıç dergilerinde yayınlanan Yalçın Turgut, çıkışıyla birlikte Milli Gazete’de yer aldı.
“Nâm-ı diğer Cilet Kâmil”, “Bir garip devr-i alem”, “Matbûistan Tarihi” gibi unutulmaz çizgi kuşaklara imza atarken, yazılarını da müstear isimlerle yazdı.
1975 yılında, Gölge dergisini yayına hazırladı ve genel yayın yönetmenliğini yaptı.
Yeni Devir gazetesini yayına hazırlayanlar arasında yer aldı.
Yeni Devir’de günlük siyasi manşet karikatürünün yanı sıra Küçük Büyük Adam serisini çizdi.
Üstad Necip Fazıl’ın, “Büyük Doğu - Rapor”larda “Yayına hazırlayan Necip Fazıl ve Yeni Dostları” şeklinde sunduğu “Kadro”da yer aldı... Üstad’ın; “Kanımdan değil canımdan evladım” hitabına muhatap olan Yalçın Turgut, Üstâd’ın vefatına kadar Büyük Doğu aile kadrosundaydı.
1986’da kadim dostu Mesut Uçakan’ı kıramayıp başrolünü oynadığı Zeynepler Ölmesin isimli film büyük sükse yaptı.
1990’da yakın dostu ve arkadaşı Mustafa Karahasanoğlu ile haftalık Cuma dergisini yayına hazırladı.
1993’te, daha sonra Akit ismini alan “Beklenen Vakit” gazetesini yayına hazırlayan kadrodaydı.
Evet, Hasan Aksay Ağabey, böyle tanıtıyor Yalçın Turgut’u...
“Yazar, karikatürist, ressam.”
Aynı zamanda “aktör.”
On parmağında, on marifet!..
“ÇİZGİ”SİNİN ÇİZGİSİNDE 40 YIL!
Yalçın Turgut, 1970’lerde yakaladığı “çizgi” istikametinde hâlâ “çizmeye” devam ediyor.
Ben, kendisini 1976’da Milli Gazete yıllarında tanıdım...
Tabiî, ondan önce merhum hocası Cevat Ülger Ağabey’i ve onun “Karamehmetler” müstear ismiyle çizdiği karikatürleri...
Zaman zaman farklı mekânlarda bulunsak da, 1976’dan beri “gönül bağımız” devam ediyor.
1976’dan, 2010’a...
Dile kolay... Tam 34 yıl...
Bu “34 yıl” boyunca, öyle sanıyorum ki; “birlikte çalıştığımız” saatler, evimizde “eş ve çocuklarımız”la geçirdiğimiz saatlerden daha fazladır!..
Onun, merhum Üstad Necip Fazıl’la olan yakınlığını, dostluğunu biliyordum ve kendisinden zaman zaman “Üstad’tan anekdotlar” dinliyordum ama, itiraf edeyim; Üstad Necip Fazıl’ın, Yalçın Turgut hakkında; “Kanımdan değil, canımdan evladım” dediğini, önceki gece ilk defa duydum.
Demek ki, çok doğruymuş;
“Öğrenmenin yaşı yok!”
ÜSTAD’DAN BİR ANEKDOT
Meselâ ben, merhum Üstad’ın; “Mantık kabul etse de, ruh kusar” şeklindeki sözünü de, ilk defa Yalçın Turgut’tan duymuştum...
Kendisinin de bizzat tanık olduğu “O sözün hikayesi”ni şöyle anlatmıştı:
“Çok sıcak bir yaz günü... Bahçede sofra kurulmuş, yemek yenilecek.
Üstad, masanın üzerindeki içi “su” dolu “viski şişesi”ni görünce sordu:
“Bu ne?”
Oğlu cevap verdi:
“Baba; soğuk su için... Buzdolabına ancak bu şişeleri koyabiliyoruz da!..”
İtiraz etti Üstad:
“Olmaz!..”
İzaha çalıştı oğlu...
“Baba, inan ki çok iyi temizledik. Bol sabun ve kaynar sularla yıkadık.”
Üstad, yine “Olmaz” dedi ve şu “ibretli söz”ler döküldü ağzından:
“O halde, yarın “lâzımlık” satan bir dükkana gideceksin ve oradan el değmemiş bir lâzımlık alacak, çorbanı da bu lâzımlıkta içeceksin!
İçebilir misin?..
Elbette içebilirsin... Hiçbir mahzuru da yok.
Amma velâkin; mantığın kabul etse de, ruhun kusar, içtiğin bu çorbayı!”
Sözün özü;
Sabunla, deterjanla, kaynar suyla yıkanmış ve tertemiz edilmiş olsa da, “viski şişesi”ndeki o suyu içmedi Üstad!
Zira, inanmıştır bir kere:
“Mantık kabul etse de, ruh kusar!”
Gerçekten öyle değil mi;
“Mantıken” kabul edilebilecek nice olay, “ruh” tarafından kusulmaz mı?..
Yalçın Turgut, Üstad’la ilgili daha nice “anekdot”lar aktardı ama beni en çok etkileyen, “mantık-ruh çelişkisi”ni ortaya koyan sözleri oldu ki, onu hiç unutmam...
ANMAK MI, ANLAMAK MI?
Evet; “Yalçın Turgut’un 40. Sanat Yılı”nı kutladık önceki gün... Bu “güzel girişim”lerinden dolayı, Hüseyin Öztürk’ün şahsında, “Kültür Müdürlüğü mensupları”nı can-ı gönülden kutluyorum.
Kutluyorum, çünkü;
Bizler, genelde “anma toplantıları”nı, kaybettiğimiz “değer”lerin arkasından yaparız... Değerlerimizi “anlamaya” çalışmaktan ziyade, öldükten sora “anmaya”, eh biraz da “ağlamaya” meyilliyizdir.
Sizin anlayacağınız;
Anlamayız!.. Anarız!..
O da, öldükten sonra!..
Neyse ki, bu “anlayış” yıkılmaya, değerlerimizi “sağ” iken de anmaya, onlar için “saygı gecesi” düzenlemeye başladık... Bu, iyiye işaret...
Dilerim, bundan sonra da;
“Hoca”larımıza, “sanatçı”larımıza, “yazar” ve “çizer”lerimize, daha hayatta iken gereken önemi verir ve onlara henüz yaşıyorlarken saygı gösteririz...
Bence, “değer”lerimizi “öldükten sonra anmak” yerine “sağken anlamaya çalışmak” daha güzel, daha anlamlı olur...
İşte bunun için kutluyorum Birlik Vakfı’nı, işte bunun için kutluyorum Kültür A.Ş.’yi... Ve işte bunun için kutluyorum Mazlum-Der’i...
Malûm; Mazlum-Der de, ömrünü “mücadele” içinde geçiren Şule Yüksel Şenler Hanımefendi’yi bir “Vefa” ödülü ile ödüllendirmişti...
Aynı şekilde, Birlik Vakfı da, yazarımız Yavuz Bahadıroğlu için, “yazarlığının 35. yılı”nda bir tören düzenlemişti.
Ve bunun gibi nice tören...
Özetle demek istiyorum ki;
“Değer”lerimizin değerini; “öldükten sonra” değil, “sağlıklarında” bilelim...
Ve son söz:
Önceki gece; hem Yalçın Turgut’u andık, hem de onu anlamaya çalıştık.
Güzel bir gece geçirdik.
Nice yıllara Yalçın...
Bu “sigorta” işi de ne?
Hani, “uçak”larda, “tren”lerde ve “otobüs”lerde “yolcuların sigortalandığını” biliyordum da, “kurultay”a katılacak vatandaşların “sigorta” ettirildiğini ilk defa duydum.
Niye sigortalanır insan?.. Çünkü, bir “ölüm” veya “yaralanma” riski vardır... Sigortalanırlar ki, “korkmadan” binsinler; uçak, tren veya otobüse!..
Peki; bugün Ankara Arena Spor Salonu’nda yapılacak “CHP Olağanüstü Kurultayı”na katılacak “delege”ler ve “davetliler” niye sigortalandı?..
Ne yani; kurultaya katılacak insanlar için bir “ölüm” veya “yaralanma” riski mi var?.. Tamam, Romalılar dönemindeki “arena”larda; “köleler, arslanlara parçalatılırdı” yani “ölüm mutlak”tı ama, artık 2010’dayız.. Evet, “Arena” stadında bir “kapışma” olacak ama; bunun “delege”ler ve “davetli”lerle ilgisi ne?..
Yoksa, bir “ara dayağı” yemelerinden mi endişe ediliyor?..
Kafalarında “koltuk ve sandalye kırılabilir” düşüncesiyle mi “sigorta” ettirildiler?..
Değilse, niye?.. Bu, “hesaplaşma” kurultayı değil de, bir “birlik-beraberlik” kurultayı olacaksa, bu “sigortalatma” işi de nereden çıktı?.. Doğrusu, meraklandım!..