Muhabbet Eksik Olunca Samimiyet Yaya Kalıyor
Muhabbet üstüne nice türküler yakılmış, nice şarkılar yazılmış, nice şiirler, romanlar, hikayeler kaleme alınmış. Nice dervişler, ermişler, nice sultanlar, söz söylemiş, ferman çıkarmış. Lakin bunların hepsi yapılmış yapılmasına da yazıldığı ve söylendiği gibi kalmış.
Adı üstünde “muhabbet.” Kulağa pek hoş, dile pek tatlı geliyor. özellikle günümüzde dinleyen de dinleten de muhabbet anında pek mutlu olur ama muhabbet bitince, muhabbetin kulaklarımızda, zihnimizde bıraktığı tat ve haz, nedense birden kaybolur.
“Nedir sebebi” diye sorup soruşturdum, cevaplar pek manidar geldi. “Muhabbete karşı duyulan samimiyetsizlik derecesinde ve şeklinde problem var” denildi. Doğru söze ne denilir. Maalesef, muhabbetlerimizin yerini, zamanını, kişi veya kişilerini, menfaatlerimiz belirlemekte ve muhabbetin özünü maddeye tahvil etmekteyiz.
Hal böyle olunca da gözümüzle ve gönlümüzle muhabbete yelken açamıyoruz. Açık denizlerde yelkenini rüzgara kaptırmış “yelkenli” gibi, başıboş dolanıp duruyor ve hangi limana nasıl ve ne zaman yanaşacağımızı kara kara düşünüyoruz.
Başta ben olmak üzere gelin her birimiz, muhabbet meselesinde ne kadar samimi olup olmadığımızı test edelim. “Muhabbet dilde kalıp yüreğe inmeyince dert oluyor.” Eğer dertlerimizden şikâyetçiysek, bilmeliyiz ki muhabbet eksikliğindendir.
Bir gün ermişlerden birine; “Muhabbeti dilde olanlarla, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” diye sormuşlar. O da:
“Bakın göstereyim” demiş. önce muhabbeti dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da “Derviş Kaşıkları” denilen, sapları bir metre boyunda kaşıklar getirilmiş. Ermiş, sofradakilere; “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koşmuş. Sofradakiler de; “Peki” diyerek başlamışlar çorbayı kaşıklamaya. Fakat o da ne? Kaşıkların sapı uzun olduğundan kimse bir türlü ağzına çorbayı götüremiyor ve yemeye çalışırken, çorba ağızları yerine, sofranın her tarafına ve diğerlerinin üzerine dökülüyor. Sonunda bakmışlar kimse bu kaşıklarla yemek yiyemiyor, aç aç sofradan kalkıp gitmişler.
Birinci sofra faslından sonra tekrar sofra kurulmuş ve bu sefer, muhabbeti dilinden yüreğine indirebilenler çağırılmış. Bu seferkiler, yüzleri aydınlık, gözleri muhabbetle dolu ve herkese tebessüm eden insanlar olarak gelip oturmuşlar sofraya.
Sofra sahibi ermiş kişi, çorbaları sofraya koydurduktan sonra içmek üzere birer metre boyundaki kaşıkları misafirlerine dağıtmış ve bir öncekilere söylediği gibi; “Kaşıkları ucundan tutarak çorbalarınızı içeceksiniz” demiş.
Gönül erleri; “Hay hay” demişler ve istiflerini bozmadan herkes kaşığını eline almış, sofra tasına daldırarak karşısındakine ikram etmiş. Böylece her bir muhabbet eri, kendi kaşıkları ile çorba içmek yerine, karşısındakine içirmiş ve bir güzel karınlarını doyurmuşlar.
Sofra bitmiş ve erenlere sormuşlar; “Birinci sofrada muhabbeti dilinden yüreğine indiremeyenler vardı ortalık berbat oldu. İkinci sofrada muhabbeti yüreğine indirenler vardı ve her şey yoluna girdi. Bunun sebebi ne ola ki erenler?”
Sorunun cevabını ermiş kişi şöyle vermiş:
“İşte! Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve sadece kendi karnını doyurmayı düşünürse, o aç kalır. Her kim de kardeşini düşünür de onu doyurmaya gayret ederse, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şurası unutulmamalıdır ki; hayat pazarında, alan değil, veren kazançlıdır daima.”
Ne diyelim muhabbetimiz bol olsun ama menfaatsiz olsun. Yıllar önceydi, üç beş arkadaş, “menfaatsiz buluşmalar” diye bir platform kurmuştu. Duyanlar pek sevinmişti ama “menfaatsiz buluşmalar” “menfaatlere kurban” gitmişti. Muhabbetimiz sözde değil özde olsun efendim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.