Umut Oran: Kemal’in gözdesi... Köpeklerin Efendisi!
Malûm, “dağların zirveleri”nde hem “kuş”lara rastlanır, hem de “yılan”lara... Kuşlar, oraya “uçarak” gelmişlerdir, yılanlar ise “sürünerek!”
Tabii ki, “zirvenin önemi”ni en iyi bilenler “yılan”lardır; çünkü “sürüne sürüne” çıkmışlardır zirveye... Oysa kuşlar, “uçarak” geldikleri zirveden, yine uçarak giderler.
Bugünlerde, hemen herkes, “CHP zirvesi”ne yani “Parti Meclisi”ne kimin, nasıl geldiğini yazıyor... Kimi, bu makama “dişiyle, tırnağıyla ve emek sarfederek” gelmiş!.. Kimi de, gökten “zembil”le getirilmiş, oturtulmuş o koltuklara...
PM’DE; KİM, KİMDİR?
“CHP’nin iç yapısı”nı pek fazla tanımam... Onun için de “Bir Bilen”e sorar, danışırım...
Mesela, Sabah’tan Sevilay Yükselir... Sanıyorum, “CHP’yi en iyi tanıyan” gazetecilerdendir... Geçenlerde, “CHP Parti Meclisi”ne seçilenlerin “kimlik ve özellik”lerini yazmış...
Buyrun; “PM’de kim, kimdir”in cevabını Sevilay Yükselir’den okuyalım:
¥ “(...) Parti Meclisi’nde statükoyu temsil ettiğini bildiğimiz, CHP’nin sol’dan uzaklaşmasına, sağ’a kaymasına hizmetten başka hiçbir meziyeti olmayan aşırı milliyetçi ve ulusalcı tipler de var. Süheyl Batum mesela. Evet, “Hoca son dönemde kendini aştı, yeniledi ve değişime ayak uydurdu” falan deniliyor ama daha 1 yıl öncesine kadar adının MHP’nin ya da DYP’nin genel başkanlığı için geçtiği unutulamıyor.
¥ Bir de gazeteci Enver Aysever “Onuncu Yıl Marşı’nı okumayalım! Bir 100. yıl marşı yazalım artık!” dediği için çıngar koparan, “Bunlar Kürtçü! Bölücü! Ayy bunlar CHP’nin eksenini kaydıracak!” endişesiyle kendini yerden yere atan Fatma Nur Serter var!
Çok merak ediyorum. Çatlıyorum hatta. Acaba hanımefendi yeni dönemde Kürt coğrafyasını temsil amacıyla CHP’ye davet edilen Sezgin Tanrıkulu’nun özgürlükten ve insan haklarından taraf açıklamaları karşısında ne yapacak?
¥ Mesela Erdoğan Toprak!.. Onu yakından tanıyanlar derler ki; “Kokmaz bulaşmaz. Halkla kaynaşmaz, kendi halinde bir zattır! ‘Ne düşünüyorsun şu Kürt meselesi hakkında’ diye sorsan, sana ancak, ‘Valla ben bilmem, onu Genel Başkanımız bilir!’ der geçiştirir meseleyi!.. Eee o zaman ne işi var böyle bir muhteremin listede?
Eee çünkü Zafer Mutlu çok sever onu.
¥ Ha bir de Hüseyin Yıldız denen bir şahıs var... Para-pul işlerini iyi bilir. Karamehmet’in muhasebesini tutar. Aynı zamanda Cumhuriyet gazetesine de omuz verir... Çok köklü ilişkileri vardır... Mustafa Özyürek’in de kankasıdır... Tunceli kökenli olmasının dışında hiçbir özelliği yoktur!”
CAMİ VE ÖRTÜ KARŞITI!
Sevilay Yükselir, bu üyeleri yazmış... Bir de Habertürk’ten Balçiçek İlter’in yazdıkları var...
¥ Meselâ, Av. Mahmut Tanal’dan söz etmiş Balçiçek... Onun, “Göztepe Parkı’na cami yapılmaması” için verdiği mücadele ile öne çıktığını anlatıyor.
Ve Bilhun Tamaylıgil’den söz ediyor:
¥ “Bilhun Tamaylıgil... İstanbul Milletvekili... Ekonomist. Sermaye Piyasası Aracı Kurumu Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. Özel sektörde çalıştı. Sıkı Baykalcı... Kaset krizinden sonra Deniz Baykal’ın “Gidiyorum!” konuşmasını dinlerken gözyaşlarına hakim olamayanlardan... TBMM Genel Kurulu’nda, başörtüsünün yükseköğretimde serbest bırakılmasını içeren anayasa değişikliği teklifinin 2. maddesinde verilen 3 önergeden birinin sahibi.”
Yani “örtü özgürlüğü”ne karşı çıkanlardan!..
KÖPEK İÇİN ÖLÜM İLÂNI!
Belki ben göremedim... Belki de bahseden olmadı... Meselâ, hem “PM Üyesi” ve hem de “CHP Genel Başkan Yardımcısı” olan Umut Oran’la ilgili yazı göremedim...
O halde, bu boşluğu da ben doldurayım da, eksiklik giderilsin...
Efendim, Umut Oran’ın ismi, son günlerde; “Türkan Saylan’la yaptığı telefon görüşmesiyle” gündemde...
Malûm, “CHP’yi dizayn” işinde görev alan ÇYDD Başkanı Türkan Saylan, Umut Oran’ı aramış ve ona, “Meselâ, Deniz Baykal, stent takılırken öldü!.. Bilirsin; Turgut Özal da pat diye ölmüştü ya!” diyerek, “taktik”ler vermişti... Taktiklerden biri de; “Süheyl Batum ile diyalog kur... İkiniz bir şeyler yapın” şeklindeydi...
İşte bu olayı araştırırken, Umut Oran’la ilgili epey bilgi sahibi oldum...
Bir “köpeksever” olduğunu biliyordum da, “Köpeklerin Efendisi” olduğunu bilmiyordum...
Meğer, “Köpeklerin Efendisi”ymiş!..
24 Haziran 2009 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan demecinde, ölen köpeği Oskar’la ilgili olarak, aynen şu ifadeyi kullanmış:
“Oskar’la ise tam 16 yılı paylaştım... Günün neredeyse 24 saati birlikteydik... O bir kurt köpeğiydi, ağırbaşlı, kayıtsız şartsız bana bağlı ve beni Efendi olarak görürdü... Tempoma ayak uydurma konusunda başarılı ve sabırlı oldu. Mezarı Bolu’daki fabrikamın bahçesinde, evimin hemen önünde...”
“Köpek”leri çok seviyormuş Umut Oran... Hele Oskar’ı... Oskar öldüğünde, 27 Eylül 2007 tarihli Hürriyet’e ilân verip, demiş ki;
“Yaklaşık 16 yıldır, iyi günde, kötü günde, iş yerinde, evde, gece gündüz, karda kışta yılda yaklaşık 50 bin kilometre beraber yol katettiğim hayat arkadaşım köpeğim, sadık, sabırlı, sevgili Oskar’ım ebediyete göç etmiştir.”
KÖPEKSİZ GELMEM ABİ!
Görüyorsunuz ya;
Umut Oran’ın köpek sevgisi, ona “Hayat arkadaşım” diyecek kadar ileri boyutlarda...
Onun “köpek sevgisi”ni anlatan bir haber de Zaman’dan... 20 Ocak 2003 tarihli Zaman’da; “Köpeğini kabul etmeyenlerle iş görüşmesi bile yapmıyor” başlıklı haberde, özetle deniliyor ki;
“Dünya Hazır Giyim Federasyonu Başkanlığı’nı da yapan Oran, sokaktan topladığı köpekleri Bolu’daki fabrikasına götürerek bakımlarını üstleniyor... Aralarında depremzede bir köpeğin de bulunduğu sokak köpekleri, 30 dönüm arazi üzerine kurulu fabrikada, vardiya usulü bekçilik yapıyor. Oran, fabrikasındaki toplam 16 sokak köpeğinin durumunu; ‘Onları sokaktan topladım, iş sahibi yaptım’ diyerek anlatıyor.
Köpeği Oscar’ın uçak seyahatleri hariç sürekli kendisiyle beraber olduğunu kaybeden Oran, ‘Konu önemli bir iş görüşmesi olsa dahi Oscar’ı isteyenlerle görüşüyorum... Onu kabul etmezlerse görüşmelere gitmiyorum’ diyerek, hassasiyetini vurguluyor.”
Haberden de anlaşılacağı gibi;
Köpekler, Umut Oran’a “bekçilik” yapıyor, o da onlara “patronluk” ve “efendilik!”
YA İŞÇİLER? ROBOT GİBİ!
Efendim, Umut Oran’la ilgili kısa bir bilgi vereyim de, “köpek muhabbeti”ne daha sonra devam ederiz...
Umut Oran, 1963’te Almanya’da doğmuş... Baba tarafı Ege, anne tarafı Diyarbakırlı.. Orta ve lise öğrenimini Saint-Benoit Lisesi’nde, üniversite öğrenimini ise Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat’ta tamamlamış... İş hayatına Koç Holding’in tekstil şirketi Bozkurt Mensucat’ta başlayan Oran, 1992 yılında kendi şirketi Domino Tekstil’i kurmuş...
Fabrikası Bolu’da!..
Peki, “köpek”leri bu kadar seven birinin, acaba “işçi”leriyle arası nasıl?..
Bolu Detay gazetesinden Ebru Eyvazoğlu, 3 Haziran 2010’da şunları yazmış:
“Domino Tekstil’de çalışan çok kişi şartların ağırlığından yakınır durumda... Penceresiz bir ortamda, kafasını kaldırmadan bir robot gibi çalıştığından dem vuranlar var... İş, aş, emeğin kutsallığı gibi süslü sözler söyleyip, tam tersi zihniyetle karşı karşıya kalmışsak, vay halimize...”
Demek oluyor ki;
Köpekleri “iş sahibi” yapıp, onlara “bekçilik” yaptıran Umut Oran, fabrikasındaki işçileri de, “robot” gibi kullanıyormuş... Üstelik, üzerlerine “Türkiye için çalışıyorum” baskılı tişörtler giydirerek!..
BAYKAL’A RAKİP OLMUŞTU!
Neyse; “köpek muhabbeti”ni bırakıp, gelelim, şu “CHP’yi dizayn” meselesine...
Araştırırken, merakım daha da arttı!..
Şöyle düşünmeye başladım:
“Türkan Saylan, Baykal’ın gitmesi için daha başka kimlerle görüştü acaba?.. Yoksa, sadece Umut Oran’la mı görüştü?.. Ve niye?. Umut Oran’ın özelliği ne?”
Sonra, birden kafamda şimşekler çaktı!.. Öyle ya, bu Umut Oran, CHP Kurultayı’nda “Baykal’a rakip” olmuştu...
Herhalde hatırlarsınız...
26-27 Nisan 2008’de yapılan “CHP Olağan Kurultayı”nda, Baykal’ın karşısına “3 rakip” çıkmıştı... Evet, Haluk Koç, Umut Oran ve Ayhan Yalçınkaya...
“Adaylara konuşma hakkı verilmediği” o kurultayda, Bedri Baykam kürsüye çıkarak Yalçınkaya’ya destek vermiş, dahası, Yalçınkaya ve Koç taraftarları, bulundukları yerden bağırmışlardı:
“Kürsü bizim hakkımız, engellenemez!”
“Faşizme karşı, omuz omuza!”
İşte bu kurultayda Haluk Koç’a 168, Umut Oran’a 15, Ayhan Yalçınkaya’ya ise sadece 1 delege destek vermişti... Dolayısıyla, “263 delegenin imzasına ulaşamadıkları” için, “genel başkan adayı” olamamışlardı...
“Acaba” diyorum;
“Umut Oran’ın bu gözükaralığından mı etkilendi Türkan Saylan?.. Bu gençte bir gelecek gördüğü için mi onu aradı?”
STENT VE SONRASI
Devam edelim sorgulamaya...
27 Nisan 2008 Kurultayı’ndan “Genel Başkan” olarak çıkan Deniz Baykal, kalbindeki çarpıntılar üzerine hastaneye gitti ve 2 Ağustos 2008’de “anjiyo” oldu, kalbine “stent” takıldı!..
Ne ilginçtir ki;
Ertesi gün, yani 3 Ağustos 2008’de Umut Oran’a telefon eden Türkan Saylan, ona diyor ki;
“Meselâ, Baykal, stent takılırken öldü!!!.. Bilirsin, Turgut Özal da pat diye ölmüştü!”
Şimdi, tarihleri alt alta getirelim:
27 Nisan 2008’de kurultay...
2 Ağustos 2008’de anjiyo!..
3 Ağustos 2008’de telefon!..
Ve zurnanın zırt dediği nokta:
Deniz Baykal, malûm “zina kasedi”nin ortaya çıkmasından sonra, 10 Mayıs 2010’da “CHP’yi dizayn etmek isteyenler için alanı boşalttığını” söyleyip, “istifa” ediyor!..
Ardından 22-23 Mayıs 2010’da Olağanüstü Kurultay’a gidiliyor ve Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı oluyor!..
Ve tabiî;
“27 Nisan 2008 Kurultayı”nda, Baykal’a rakip olan ama hiçbir varlık gösteremeyen Umut Oran da, 29 Mayıs 2010’daki MKYK Toplantısı’nda “CHP Genel Başkan Yardımcılığı” koltuğuna oturuyor... Aynı gün, Saylan’ın “işaret” ettiği Süheyl Batum da MKYK Üyesi, 3 Kasım 2010’da da “CHP Genel Sekreteri” yapılıyor!..
Hayır, hiçbir “yorum”da bulunmuyorum... Sadece, “CHP’de kim, kimdir”e bir katkı da ben yapmak istedim.
Öyle ya, benim başım kel mi?..
Çorbada benim de tuzum olsun!..
Bir tek Özal bilmiyordu!
“Özal’ın kuşkulu ölümü”nü sorgulamaya devam... Emin Çölaşan’ın 1 Mayıs 2002 tarihli yazısından öğreniyoruz ki; “Özal’ın ölüme gittiğini”, ne hikmettir bilinmez; “Özal haricinde herkes biliyor”du... Houston biliyordu, Demirel biliyordu, Cindoruk biliyordu, Çağlar biliyordu ve Çölaşan biliyordu... Herhalde, “doktorları” da biliyordu... “Ölecek” diyorlardı; “Yaz aylarını çıkaramayacak!”
“Herkes biliyordu” da, bir tek Özal’ın kendisi bilmiyordu... Söylememişlerdi ona... Tam aksine, “ağzını sıkı tut” demişlerdi Çölaşan’a!..
O da; öyle bir “ketum” davranmıştı ki; “Özal’ın ölümünden 9 yıl sonra” yazmıştı bildiklerini!..
Peki; “Önce İnsanım, Sonra Gazeteci” diye kitap yazan bir adamın “Özal’ın ölümünü beklemesi”ni nereye koyacağız?..
Bu suskunluk; “insanlık” mıdır, “gazetecilik” mi?.. Aynı soru; “ona bilgi verenler” için de geçerlidir!..
“Özal ölecek” diye haber yayıyorlar ama bundan Özal’ın haberi yok!..
İnsan merak ediyor; Özal’ın ölüm sebebi, gerçekten “hastalık” mıdır, yoksa “derin bir operasyon” mu?..
“Görevlerini kötüye kullananlar” çıksın ortaya!