Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yazma zamanı

Yazma zamanı

Tam randevu saatinde geldi. Karşıma oturdu. Önüme de kabarık bir dosya koydu:

“Nedir bu?..” dedim.



“Şiirlerim” dedi, “Bu dosya gibi beş dosya daha var.”



Yani beş bin civarında şiir yazmış delikanlı.



Yaşı en çok 19-20 gösteriyor.



Okuduğu şairleri sordum. Hayyam’dan, Nefi’den, Baki’den, Âkif’den, Necip Fazıl’dan, Atilla İlhan’dan, Sezai Karakoç’tan söz etmesini beklerken, “Ben okumam” dedi, “Allah vergisi bir kabiliyetim var.”



Olabilir tabii; ancak o kabiliyetin şiirle beslenmesi gerekiyor.



Geliştirilmesi için şiir okunması, şiirin geçmişiyle buluşulması icap ediyor.



Yine de dosyasına bir göz attım; yazdıkları tahmin ettiğim gibi “şiir” değildi. Hafiften “şiir” kokan karalamalardı. Karalamaların şiire dönüşmesi için bizim delikanlının kırk fırın ekmek yemesi lâzımdı...



Şiir bir yürek törpüsüdür, önce yüreği kanayacaktı...



Bir duygu selidir: Bu sele kapılıp savrulacaktı...



Kıldan ince, kılıçtan keskince bir sırat köprüsüdür: Bu köprüyü sağ-salim geçmek için çabalayacaktı.



Hiç birini yapmamıştı, yapmadığı için de yazdıkları “şiir” olmamıştı.



Lisan-ı münasiple bunları söyledim, kırgın ve kızgın olarak kalktı gitti. Umarım o kızgınlığını bana değil, kendine yöneltmiştir: Çünkü ancak o takdirde işe yarar.



Çünkü şiir hem coşkunun, hem de kızgınlığın ürünü olarak doğar.



Hani şiirle yıllar boyu hemhal olmuş insanın yüreği bazen ruhuna tıkanır, çözümsüz, çaresiz kala kalır; hatta Hz. Yusuf misali karanlık kuyulara itilmiş gibi hisseder kendini; işte şiir yazma zamanı o zamandır.



Şiirde aslolan sloganlaştırılmış düşünceleri yansıtmak değil, duyguları analiz ve tahlil etmeden dışa vurmaktır. Bu bakımdan şiir ne söylerse söylesin temizdir; çünkü insanın hesapsız, art niyetsiz ve maskesiz dünyasını yansıtır.



Yalnızlaşan duyguların da beşiğidir, şiir...



Yalnızlığı bilir misiniz genç dostlarım? Hani en yakınlarınızın bile size ulaşamadığı anları... Sizi çözdüklerini, tanıdıklarını zannedenlerin aslında size dünyalar kadar uzak olduklarını anladığınız an hissettiğiniz şeydir yalnızlık...



Ne anne-babanız sizdedir, ne çocuklarınız, ne de akrabalarınız ve diğer sevdikleriniz...



Siz bile kendinizde değilsiniz! (Yalnızlaşmak budur!)



Etrafınızda kalabalıklar var oysa: Kimisiyle iş ilişkisi, kimisiyle aile ilişkisi, kimisiyle komşuluk ilişkisi, kimisiyle siyasal, sosyal ve saire ilişkiler içindesiniz...



Kendi içinizde ise büyüyen bir yalnızlık; gürültü ortasında yapışkan, upuzun, kara bir sessizlik yaşarsınız!



Bu şair yalnızlığıdır işte... Vakit şiirleşme vaktidir...



Böyle bir yalnızlığı yaşayıp yaşamadığını sorsa mıydım delikanlıya?



Çünkü şiir hem coşkunun, hem de kızgınlığın ürünü olarak doğar.



“Üşüttü mü” gibilerden yüzüme baka kalacağından öylesine emindim ki...



Sormadım.



¥



Aslında yazmak yanmaktır, biliyor musunuz?.. Yanmayı bilmeyen yazmayı bilmez!..



Ve şiirleşemeyen şairleşemez.



Yaza yaza bir sabah değişik kıpırtılar hissedersiniz içinizde: Biraz yabansı, biraz kaygan, biraz silik, biraz kimliksiz; çoğunu tanımlayamazsınız. Korkarsınız onlardan, utanırsınız hatta...



İşte tam o sırada dertleşecek bir dosta ihtiyaç duyarsınız. Bu öyle bir dost olmalı ki, size hem yüreğini açmalı, hem sizin yüreğinize açılmalı...



Öylesine iyi niyetli olmalı ki, yanlışlarınızı, hatalarınızı sorgulamadan ve yargılamadan anlamaya çalışmalı: Bir gönül dostu, dert ortağı...



Bilin ki zaman sayfalarla barışma zamanıdır.



İşte o zaman satırlara dökülmeye başlayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi