Sömürgeci Egemen Azınlık Yerli Halktan Özür Dilemelidir
BU haberi dünyanın bütün ajansları, gazeteleri, tv’leri insanlığa duyurdu. önce metnini okuyalım, sonra en yumuşak dille yapacağım yorumları. Haber şu: “Başlık: Avustralya Parlamentosu, Aborijinlerden özür diledi.” (Aborjinlerden kasıt, soluk benizli beyaz insanlar gelmeden önce Avustralya’da yaşayan yerli halk demektir.)
• Avustralya Parlamentosu, tüm Avustralyalılar adına, Avustralya hükümetlerinin kendilerinde “derin üzüntü, acı ve kayıplara neden olan” geçmişteki uygulamalarından dolayı Aborjin adı verilen Avustralya yerlilerinden özür diledi.
• Avustralya Parlamentosunda, Başbakan Kevin Rudd’un, tüm Avustralyalılar adına Aborjinler’den özür dilenmesini öngören önerge, oldukça duygusal geçen oylamanın ardından oybirliğiyle kabul edildi. Avustralyalılar, televizyonlardan tüm Avustralya’da canlı olarak yayınlanan oylamayı kentlerde ve okul salonlarında kurulmuş dev ekranlardan büyük kalabalıklar oluşturarak izlediler.
Rudd tarafından parlamentoda okunan önergede, “Avustralya’da birbiri ardına gelen hükümetlerin, derin üzüntü, acı ve kayıplara neden olan yasaları ve politikaları nedeniyle bu Avustralyalı vatandaşlarımızdan özür diliyoruz” ifadeleri yer aldı.
Yorum: Türkiye’nin yakın tarihinde de yerli halka, Müslüman çoğunluğa haksızlıklar ve baskılar yapılmıştır. Bunların her biri, bir insan hakları ihlâlidir. Rasgele 10 haksızlığı sıralıyorum:
* Birincisi: Selçuklu, Beylikler, Osmanlı zamanından kalma on binden fazla tarihî cami, mescid, zaviye, medrese, vakıf binası, taş mektep binası satılmış, yıkılmış, kiraya verilmiş, ibâdete kapatılmıştır. Sadece Eminönü’nde (İst.) yüzden fazla caminin bugün adları var, binaları yoktur. Lozan anlaşmasına göre, Hıristiyanların İstanbul’daki kiliseleri ve kabristanları titizlikle korunurken, İslâm mabetlerine ve vakıf eserlerine reva görülen bu kıyım elbette bir insan hakları ihlâlidir, bir zulümdür. Sadece camiler ve İslâmî vakıf eserleri tahrip edilmemiş, binlerce tarihî İslâm mezarlığı da düzlenmiş, ecdat kabirlerinin taşları kırılıp atılmıştır.
* İkincisi: Başta müderris (yâni profesör) İskilipli Atıf Efendi olmak üzere binlerce din adamı, aydın, şeyh, muhalif gazeteci idam edilmiş, hapislerde çürütülmüş, sürülmüştür.
* üçüncüsü: Laik devletin din işlerine, ibadetlere karışmaması, bunlarla ilgili işleri o dinin mensuplarına ve sorumlularına bırakması gerekirken, halkın fikri sorulmadan Ezan-ı Muhammedi okunması yasaklanmış, okuyanlara cani ve terörist muamelesi yapılmış, çok canlar yakılmış, çok acılar çektirilmiş, çok gözyaşı akıtılmıştır.
* Dördüncüsü: Bir milletin, çocuklarına din eğitimi vermesi onun en tabiî ve vazgeçilmez hakkı iken, bu hürriyet verilmemiş, dinsiz ve yabancılaştırılmış nesiller yetiştirmek için ağır baskılar yapılmıştır.
* Beşincisi: 1943’te, Matbuat Genel Müdür Yardımcısı İzzettin Nişbay imzasıyla bütün gazetelere resmî bir genelge gönderilerek, bundan böyle dinden bahs eden haberler, yorumlar, tefrikalar, bendler basılmaması istenmiştir.
* Altıncısı: âsar-ı İlmiye Kütüphanesi yayınları içinde, Hz. Muhammed’in hayatı adlı bir eseri cüzler/fasiküller halinde yayınlayan ömer Rıza Doğrul’a, Matbuat Umum Müdürü (Basın Yayın Genel Müdürü) Vedat Nedim Tör imzasıyla yine resmî bir yazı gönderilerek, bu yayına derhal son vermesi istenmiştir.
* Yedincisi: Dindarlık bir suç gibi görülmüş ve büyük sayıda dindar vatandaşa, kanunsuz suçlar ve cezalar verilmiş, onlar ağır baskılar, tehditler, korkular altında sindirilmiştir.
* Sekizincisi: Camide namaz kıldıktan sonra, başındaki namaz takkesini unutarak sokağa çıkan nice vatandaş göz altına alınmış, tutuklanmış, nezarethanelerde, hapishanelerde acılar ve korkular içinde süründürülmüştür.
* Dokuzuncusu: 1940’lı yıllarda, Antalya müftüsü, öğle namazına gittiği camide, müezzin Türkçe kamet getirdikten sonra, hemen namaza başlamayıp dudaklarını kıpırdattığı için savcılığa verilmiş, “Sen içinden Arapça kamet okudun ha” denilerek sorgu ve suale tâbi tutulmuştur. (Bu vak’a, Türkiye Büyük Millet Meclis’i zabıt ceridesinde yazılıdır. Antalya milletvekili Rasih Kaplan’ın konuşması...)
* Onuncusu: Yazar çetin Altan’ın çeşitli tarihlerde birkaç defa sütununda belirtmiş olduğu üzere, Erzincan’da, şapka kanununa muhalefet eden Müslüman bir kadın İstiklâl Mahkemesi kararıyla asılarak idam edilmiştir.
Bu anlattıklarımın hiçbiri hayal mahsulü, uydurma, kurgu, abartılmış şeyler değildir. Aksine çok ılımlı bir üslupla kaleme aldım.
Bu on madde gibi yüzlerce madde zikr edebilirim. Hepsinin kaynakları, tarihleri, belgeleri, hatıraları/şahitleri mevcuttur.
Evet, bu ülkede çoğunluğu oluşturan Müslümanlar yakın tarihimizde çok acılar çektiler, çok ağır baskılara mâruz kaldılar; çok gözyaşı döktüler, çok ezildiler, çok inlediler.
Onların başlarına gelenlerden dolayı mutlaka özür beyan edilmeli, affetmeleri istenmelidir.
Zalimler ve mazlumlar (zulme uğrayanlar) hayat sahnesinden çekildiler, ceza (karşılık) dünyasına intikal ettiler. Geriye acı hatıralar kaldı. Bu memlekette sosyal uzlaşma, iç barış, huzur ve sükûn olmasını istiyorsak yapılan haksızlıkları itiraf etmemiz ve sembolik de olsa bağışlanma dilememiz gerekir.
Biz Müslümanlar, ileride, şaşmaz ve yanılmaz Büyük bir Mahkeme’de boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkının alınacağına inanırız. Böyle inançlara sahip olmayanlar, başka inançlar ve değerler adına af dilemelidir.
Türkiye’mizin yakın tarihinde çok ahlar alınmıştır. Bu ahları telâfi etmedikçe geleceğimize güvenle bakamayız.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nun yeni idarecileri sabık (geçmiş, eski) devirde yaşanmış, yapılmış zulümler dolayısıyla halktan, mazlumlardan veya onların çocuk ve torunlarından af dilemişler, nice kimsenin hatırasını temize çıkarmışlardır. Stalin tarafından idam edilen Sultan Galiyef bunlardan biridir.
Bugün acı ve üzüntü ile görüyoruz ki, küçük, küçük olduğu kadar güçlü ve egemen bir azınlık, eski zulümlerden dolayı pişman olmak bir tarafa, bunların devamı için çalışmaktadır. Bütün medenî, demokrat, ileri, insan haklarına saygılı ve bağlı, hukukun üstünlüğü ilkesini kabul etmiş ülkelerde serbest olan başörtüsünün bizde yasak olmasını isteyenlerin elinde tek geçerli gerekçeleri yoktur.
Hatâlarından dönmek, onları itiraf ederek zulme ve baskıya uğramışlardan af dilemek büyük bir fazilettir. Zalimlerin vârisleri bu fazileti sergileyebilecekler mi?