“Söz” ustalığından “lâf” cambazlığına
Eskilerimiz söz ustasıydı. Sözün özünü yakalar, gerektiğinde taşı tam gediğine koyar, bir sözle insanı “eşekten düşmüşten beter” ederlerdi.
Nasreddin Hoca’nın, İncili Çavuş’un, Baki’nin, Nefi’nin, Eşref’in, Namık Kemal’ın, Ziya Paşa’nın, Neyzen Tevfik’in bir “söz”le yaptığını bazıları binlerce “lâf”la yapamıyor.
Şu ince eleştiriye bakar mısınız?.. (Osmanlıcaya âşina olduğunuzu var sayarak sadeleştirmiyorum; zaten aynı tadı vermez.)
“Ne kendi eyledi râhat ne halka verdi huzûr,
“Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubûr.”
Bir de şuna bakın...
“Bize kâfir demiş mütfî efendi,
“Tutalım ben ana diyem Müselmân;
“Varılınca yarın Rûz-i Cezâya,
“İkimiz de çıkarız anda yalan.”
Bunlar gibi daha niceleri “lafazan”lığın değil, kuşkusuz “söz ustalığı”nın eseridir.
Ne var ki, süper maaşlar aldıklarını duyduğumuz “enkirmen”lerimiz, (Anchorman=Erkek haber spikeri) Türkçe ifade konusunda öyle ârızalar (kadın spikerler de farklı değil) veriyorlar ki, artık tahammülün üstüne çıktı...
Özellikle, “Türkçenin sırları”na (rahmetli Nihat Sami Banarlı hocamın bu isimde bir kitabı var) birazcık vakıf olanlara, haber dinlemek işkenceye dönüştü.
Ekranlarda “söz” bitti, “lâf” açıldı...
“Lâfını kesiyorum...”
“Lâfını unutma...”
“Bu lâfa ne diyeceksinizin?”
Oysa “lâf”, “söz”ün argosudur! Olumsuz anlamda kullanılır...
Meselâ gevezelik edene, “lâfazan” derler...
İçeriksiz konuşana, “lâf olsun küp dolsun...”
İncitme çabasına “lâf sokma” yahut “lâf dokundurma...”
İncir çekirdeğini doldurmayan sohbete, “lâflama...”
Abuk-sabuk konuşmaya, “lâf u güzaf” (boş söz)...
Palavraya, “lâfla peynir gemisi yürütme...”
Boş konuşana, “lâf ebesi...”
Fitne-fücura, “lâf taşımak...”
Anlaşılmaz şeyler söylemeye, “lâfı ağızda gevelemek...”
Azarlanmaya, “lâf vurmak...”
Dedikoduya, “lâf taşımak...”
Kendine doğru düzgün ifade edememeye, “iki lâfı bir araya getirememek...”
Sözü uzatmaya, “lâfa boğmak...”
Uzaktan sarkıntılık etmeye, “lâf atmak...”
Gereksiz konular üstüne ahkâm kesmeye, “lâfa tutmak...”
Bir de “lâfı torbaya girmez” deyimi var ki, hatırda tutmaya değmeyen şeyler söylendiğinde kullanılır.
“Lâf” boştur, “söz” dolu...
“Lâf” gereksizliği anlatır, söz ihtiyacı...
İşte bu yüzden Bediüzzaman Said Nursi, muhteşem eserine “Sözler” ismini vermiş, yine bu yüzden, özdeyişleri bir arada sunan kitapların müşterek adı “Güzel Sözler” ya da “Özlü Sözler” olmuştur. Çünkü ancak “söz”ün “öz”ü olur, “lâf”ın ise “özü” olmaz, sadece “güzaf”ı (faydasız, beyhude) olur!
Hazır “söz” buraya gelmişken, söz üstadı Yunus Emre’nin meşhur dizelerinden “söz” etmemek olmaz:
“Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz,
“Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz...
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
“Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.
“Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini
“Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz.”
Unutmayın: Söz ancak ayağa düştüğünde “lâf” olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.