Ben Ne Biçim Bir Müslümanım?
İyi bir Müslüman mıyım?.. Kesinlikle değilim...
İyi bir Müslüman zaten kendisine iyi demez. Ben onlardan değilim. Gerçekten iyi Müslüman olmadığım için böyle konuşuyorum.
Bin türlü rezalet, zillet, esaret, hakaret altında keyfime bakıyorum. Yazıklar olsun bana!
Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, ikindi çayı, akşam taamı... Bunları hiç atlattığım yok. Peki, İslâmî vazifelerimi hakkıyla yapabiliyor muyum? Heyhat!.. Efsus ki efsus...
Arada bir kırlara piknik yapmaya bile gidiyorum. Bende vicdan olsaydı, İslâm’a böylesine saldırıldığı, Müslümanların böylesine ezildiği bir zamanda gezip tozmayı, piknik yapmayı nefsime haram ederdim.
Namaz kılıyorum ama nasıl? Hakkını vererek, dosdoğru bir şekilde eda edebiliyor muyum?.. Hayır hayır, kendimi aldatmayayım. Ben iyi bir Müslüman olsaydım, namazı böyle kılmazdım.
Her gün bir yazı kaleme alıp gazeteye gönderiyorum. Bu küçücük hizmet yeterli midir? Bu yazılar acaba gerçekten hizmet midir?
Ben iyi bir Müslüman olsaydım Filistin’de, Irak’ta, Afganistan’da, Şarkî Türkistan’da ve daha nice yerde Müslüman kardeşlerimin mâruz kaldığı zulüm, işkence, çileler karşısında kahrımdan yataklara düşmem, kendimi yerden yere atmam gerekmez miydi? Vah vah, tüh tüh demekle iş biter mi?
İyi Müslüman olsam gülebilir miydim? Asla!.. Hep hüzünlü olmam, sık sık bir kenara çekilip göz yaşı dökmem gerekmez miydi?
İzzet-i nefs diye bir şey tutturmuş gidiyoruz. İslâm’ın, ümmet’in izzetine saldırılırken bizim nefsimizin izzetinin ne kıymeti olur? Batsın böyle nefsanî izzetler!..
Bu gece bermutad tok yatacağım. Acaba bizim mahallede aç yatan biri var mı? Belki de vardır. O halde ben ne biçim Müslümanım?
Yaşım ilerledi, ölüm yaklaşıyor. Büyük yolculuk için azık topluyor muyum? Bu konuda gereken hazırlıkları yapmıyor, azık toplamıyorsam ben ne biçim Müslümanım?
üzerimde hakları olan, kendilerine bilerek veya bilmeyerek kötülük yapmış, zarar vermiş olduğum, üzdüğüm kimselerle niçin helalleşmiyorum? Bu halimle ben ne biçim Müslümanım?
Niçin hâlâ şu fâni dünyaya dönüğüm?
Niçin “kârdan ziyandan geçtim, dükkânım yağma olsun!..” diye bağıramıyorum?
Benim sevgili din ve iman kardeşlerim, size karışmam ama ben kendime soruyorum: Bu halimle ne biçim bir Müslümanım?
Eyvah bana, vah bana, yazıklar olsun bana, hezar efsus bana...
Kayseri’de İçkili Lokanta Yokmuş
AHMET Altan’ın “Kayseri” başlıklı yazısını okudum. Şu cümlesi hoşuma gitti:
‘Hergele ve zeki bir Kayserili genç, ‘Hayat burada namazla başlar, para kazanarak devam eder, yatsı namazıyla biter’ dedi.”
Ahmet Altan, koskoca Kayseri’de meşhur mantıyı bir kadeh şarapla içebilecek bir lokanta bulamamış. çünkü Kayseri’de içkili lokanta yokmuş!.. Aferin Kayserililere...
Sanayi Odası Başkanı Mustafa Boydak bey, Altan’a beş vakit namaz kıldığını, karısının başının örtülü, iki kızının ise açık olduğunu söylemiş. Namaza ve hanımının başörtüsüne aferin, kızların açık olmasına vah vah...
Boydak “Devletle iş yapmıyor, buna karşılık yeryüzünde seksen ülkeye mal ihraç ediyor”muş... Devletle iş yapmadığı için kendisini tebrik ediyorum. çünkü bütün pislikler ve yolsuzluklar devletle yapılan işlerde oluyor. (Herkesi suçlamıyorum, yolsuzluk yapanları suçluyorum...)
Ahmet Altan’ın yazısını okuyunca, önümüzdeki günlerde Kayseri’ye küçük bir seyahat yapmayı düşündüm. En fazla iki gün kalırım, kimseyle görüşmem. Bir sabah namazını merkezî ve büyük bir camide kılarım. Bir şehrin Müslümanlığının derecesi sabah namazlarındaki cemaatle ölçülür. öğle ve ikindi namazlarına münafıklar da gelir...
Altan “Şehirde iyi lokanta çok az” demiş... Vardır... İçki satan lokanta kötü lokantadır. Bir lokantanın iyi olmasının birinci şartı, içkisiz olmasıdır. Bendenize gelince, yemekleri temiz ve lezzetli bir esnaf lokantası neyime yetmez...
Kayserili Müslümanları tebrik ediyorum.
Kudüs’te Osmanlı Barışı
KUDüS’te her çeşit Hıristiyan’ın kutsal tanıdığı ve büyük önem verdiği Kamame kilisesinde Ermeni ve Rum rahipleri arasında arbede çıkmış. Kavgayı polis ayırmış..
Bendenizde bundan 100 küsur yıl önceki bir Fransız dergisinin bir cildi var. Noel münasebetiyle, o zamanlar Osmanlı imparatorluğuna ait olan Kudüs’te bir röportaj yapmışlar. Röportajda, büyük boy tam sayfa bir fotoğraf/resim yer alıyor, Hazret-i İsa’nın doğduğu kilisede başları fesli, elleri tüfekli iki Osmanlı askeri nöbet bekliyor, başı örtülü bir Hıristiyan kadın da huzur içinde ziyaretini yapıyor.
Filistin’de, Kudüs’te, Ortadoğu’da Osmanlı barışı böyleydi. Hıristiyanların paylaşamadıkları kutsal kiliselerini bile Osmanlı askeri âdilâne bir şekilde korurdu. Osmanlı gitti, barış bitti.
Bundan on sene kadar evvel, yukarıda bahs ettiğim resmin renkli fotokopilerini yaptırtmış ve paspartulu olarak camlatıp çerçeveletmiştim. Dostlarımdan birkaç kişi bunları alıp duvarlarına asmışlardı. Böyle resimlerin büyük sayıda yayılması, asılması, görülmesi gerekir.
Osmanlı gitti Filistin ne hale geldi.
Lübnan ve Beyrut ne hale geldi.
Irak ne hale geldi.
Ortadoğu ne hale geldi...
En İyi ve Kârlı Ticaret
ELLERİNDEKİ parayla, servetle, maddî imkânlarla manevî ticaret yapan iyi ve hayırlı zenginleri çok takdir ediyorum. Ne mutlu onlara ki, Allah ile ticaret yapıyorlar.
İşleri çok, başları kalabalık... Onları rahatsız etmeyi asla düşünmem.
Vaktiyle BUGüN gazetesini çıkartırken (1966-71) çok sıkıntı çekmiş, gazeteyi yaşatabilmek için, haysiyetimden fedakârlık ederek, birtakım zenginlere yüz suyu dökmek zorunda kalmıştım. Eksik olmasınlar bizleri ilanlarla, abonelerle, karz-ı hasen vererek desteklemişlerdi. Bu paraları kendim ve ailem için harcamamıştım. Bugün gazetesi sıkıyönetim kararıyla batırıldığında dünyada tek dikili ağacım, tek tapu senedim, kıyıda köşede param ve servetim yoktu. Rahmetli peder ve validem kirada oturuyordu. Ben ise Avrupa’da gurbette yaşıyordum.
Artık gazetem yok, benim de zengin Müslümanları tacize (rahatsız etmeye) hakkım yok.
Vaktiyle yardımcı olanlara, destek verenlere teşekkür ediyorum.
ölenlere rahmet, kalanlara hüsn-i hatime dilerim. İnşaallah “O erler ki, ticaret ve alış-veriş onları Allah’ı anmaktan alıkoymaz” âyetindeki hayırlılar zümresine dahil olurlar.
En iyi ticaret Yüce Allah ile yapılan ticarettir.