Kanuni'yi bırakın, Tarkan size yeter!
Kanuni Sultan Süleyman'ı anlattığı iddiasındaki dizi tartışmalara sebep oldu. Diziyi yayınlayan medya grubuna mensup gazeteler, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı Davut Dursun'un bir cümlesini dayanak yaparak savunmaya geçti.
Dursun, "Osmanlı padişahlarının başarıları ve onları sahiplenmemiz konusunda bir hassasiyetimiz var. Ona uygun düşmediğini varsaydığımız herhangi bir şey gördüğümüzde tepki gösteriyoruz. Unutmamak gerekir, neticede bu bir belgesel değil, dizi. Burada bir kurgu söz konusudur." demişti. Gerçek hayattan alınmış isimler üzerine bina edilmiş ve başlangıcında "tarihî gerçeklerden kurgulanmıştır" yazan yapım için geçerli bir savunma değil. Kahramanların isimleri Süleyman ve Hürrem yerine Barkın ve Ayça olsaydı, hatalar görmezden gelinebilirdi. Ancak gerçek kişileri anlatıyorsanız, tarihe bağlı kalmak zorundasınız. Kanuni diye başlayıp Abraham Lincoln'ü, Ahmet Necdet Sezer'i hatta Fatih'i bile anlatamazsınız. Entrikası ve yatak sahnesi bol tarih soslu dizi yapmak istiyorsanız, Karaoğlan ve Tarkan'ın maceraları neyinize yetmiyor?
Bu tür girişimlerin bizim gibi tarih şuuru oluşmamış ülkelerde zararının fazla olduğunu düşünüyorum. Cumhuriyetin reddimiras mantığını haklı çıkarabilmek adına tarih derslerinde durmadan karalanmış, cenazelerinin bile ülkeye girişine izin verilmemiş Osmanlı hanedanına yapacağımız en büyük kötülük bu olsa gerektir. Sarayı pavyona, sultanları namus duygusundan yoksun, işretten aklı geçmiş zavallılara benzettiğinizde elinize ne geçecek? Avusturya elçisi Ogier van Busbecq'in 'Türkiye Mektupları'nda anlattığı kadar hiç olmazsa gerçeğe sadık kalsaydınız. Busbecq'in, "Vakur, perhizkâr, itidalli, kendisine karşı en garazkârlar bile onun için Hürrem Sultan'a aşırı bağlılığı haricinde olumsuz bir şey söyleyemez. Dinine sadıktır. Merasime hürmet eder ve hükûmetini, dinini yükseltmek emelindedir." şeklinde tanımladığı sultan nerede, Engin Ardıç'ın benzettiği üzere, bar fedaisi kılıklı adam nerede? Aksiyon Dergisi'nin son sayısında anlatıldığı gibi Osmanlı medeniyetinin zirve noktalarından birini temsil eden döneme yazık ediliyor. Sanat ve bilimde yakalanan seviye bile tek başına o dönemi ibra etmeye yeter. Yahya Kemal Beyatlı, Süleymaniye'de Bayram Sabahı şiirinde Mimar Sinan'ı 'Bu zafer mabedinin mimarı bir nefer' olarak anlatırken, "Bir zaman hendeseden bir abide zannettimdi" ifadesiyle külliyede sembolleşen medeniyete işaret ediyordu. Süleymaniye'yi anlamadan Sinan'ı da, Süleyman'ı da idrak edemezsiniz. Bu idraksizlik yazınıza, dizinize annesinden zorla koparılarak alınan ve içinde öfkeyi büyüten devşirme çocuklar biçiminde yansır. Dolayısıyla o çocukların Mimar Sinan olarak Süleymaniye'yi inşa etmesini izah edemezsiniz. Sadrazam Sokullu Mehmet'in ülke yönetimine damgasını vurmasını da aklınız almayabilir. Peki fettan bir cinsel obje olarak resmettiğiniz, yılbaşı gecelerinde ekranda boy gösteren dansözlere benzettiğiniz Beyaz Rus Hürrem Sultan'ın şiirlerini okudunuz mu? İstanbul'a bıraktığı imaretleri gördünüz mü?
Söz konusu dizi eski Osmanlı coğrafyasına pazarlandığında nahak yere yapılan suçlamalara mehaz teşkil edecek. Herhalde başka ülkeler yapsaydı, bugün savunanlar dahi isyan edip, "ülkemiz karalanıyor" diye karşı çıkarlardı. Bazı liberal isimler diziye yapılan eleştirileri "Muhafazakârların kendi hayat tarzını dayatma çabası" olarak sunuyorlar. Bense tersini düşünüyorum, Osmanlı üzerinden belirli hayat tarzları şirin gösterilmek isteniyor. Bu arada olan, tarihî gerçeklere oluyor.