Kanuni Sultan Süleyman
Mevlana Hazretlerinin dediği gibi; “Cancağızım siz ne kadar anlatırsanız anlatın, sizin anlattıklarınız, ancak karşınızdakinin anlayabildiği kadardır.”
Mevlana pek güzel buyurmuş. Elbet herkesin anlatım ve anlama kapasitesi farklı olacaktır.
Bütün mesele; doğruyu eğip bükmeden, az ve öz izah edebilmektir. Çok konuşunca çok anlaşılmış olmuyor. Bu hataya hepimiz düşüyoruz maalesef.
Kanuni Sultan Süleyman ile ilgili yazılanların haddi hesabı yok. Ama dünya tarihçileri onu iki kelimeyle özetlemiş ve “Muhteşem Süleyman” demişler. Yetmez mi?
Dün sözünü ettiğimiz dizi ile ilgili olarak net bir düşüncesi olmayan ya da Kanuni devrini, dizideki gibi zanneden ama bilgilenmeye de “ihtiyaç” duyanlar varsa diye tarihimize sahip çıkan namuslu tarihçilerden kısa bir Kanuni portresi sunalım.
¥
“Çocukluğunda iyi bir eğitim gören genç Süleyman, Manisa Sancakbeyliğinde iyi pişmiş, babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine tek şehzadesi olarak Osmanlı tahtına oturmuştur.
Osmanlı’nın zaferden zafere koştuğu bu devirde, son “Kızılelma” Viyana’ya kadar uzanılmış ise de dalından bir türlü koparılamamıştır.
Karadeniz ve Akdeniz bir Osmanlı gölü haline gelmiştir. Osmanlı armadaları sadece iki büyük denizde değil, Hint Okyanusu’nda da yüzmüştür.
Kanuni siyasi hayatındaki başarısı yanında sanat alanında da temayüz etmiş bir padişahtır.
Fatih zamanından itibaren başlayan ilim ve sanat adamlarının Osmanlı merkezinde toplanması ve medreselerin gerçek anlamıyla birer üniversite gibi zamanın bilimlerini öğretmesi, Kanuni döneminde zirveye ulaşmıştır.
Yahya Efendi gibi gönüller sultanının sütkardeşi olan, zaman zaman onun söz ve nefesiyle rahatlayan, kıtalara otağ kuran, milletlere kös dinleten, hükümdarlara diz çöktüren muhteşem Süleyman, ne yazık ki ailesi konusunda pek başarılı olamamıştır.” (Muammer Yılmaz, Kanuni’nin Gözyaşları. Selis Yayınları)
¥
İşte malum dizide Kanuni’nin aile hayatı öyle bir anlatılmaya çalışılmış ki, sanki ortada bir hükümdar ve koca bir devlet yok. Sadece şehvet var.
Şimdi de yaşadığı dönemin hanımefendisi, “Edeb” ve “Edebiyatın” Sultanı Samiha Ayverdi’nin “Hatıralarla Başbaşa” adlı kitabından küçük bir anekdot aktarmak istiyorum:
“Kanuni devrinde Türk askerine verilen çizmeler bir seneden fazla giydirilmezdi. Muayyen zamanda her yılın yeni çizmeleri orduya tevzi olunca, eskiler de toptan Avrupa’ya ihraç edilir ve o devrin garplıları ise bugün bizim yabancıların kirli çamaşırlarına hücum edişimiz gibi, Türklerin eski pabuçlarını kapışarak alırlardı.”
Fazla söze hacet kalmadı. Yazıyı yine Samiha Ayverdi’nin ifadeleriyle noktalayalım:
“Maddeciliğin hâkimiyet kurduğu yerde, hikmet ve irfana hayat hakkı kalmamış demektir.
Adaletler, insaflar, merhametler, şefkatler, doğruluklar gibi, hikmet ve irfanın zürriyeti olan üstün ve manevi vasıflar da yavaş yavaş, anaları ve babaları olan hikmet ve irfan çiftinin arkasında çekilip giderler.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.