Eski ay isimleri nasıldı?
Muharrem Alayay - İzmir;
“Eskiden Hicri takvim kullanılırken, ay isimleri nasıldı?”
Ay isimleri şöyleydi: Muharrem, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülahır, Cemaziyülevvel, Cemaziyülahır, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce...
Miladi takvime geçtiğimizde bu isimler Ocak, Şubat, Mart, Nisan şeklinde değiştirildi...
Pek kimse bilmez, ama az daha gün isimleri de değişip, tuhaf bir hale geliyordu...
Kendisi de bir “dilci” olan Atatürk dönemi Milli Eğitim bakanlarından Hasan Ali Yücel, bakanlığı dönemine ait bir anısını şöyle anlatıyor:
“Bir gün hızlı dil devrimcilerinden biri geldi. Gün isimlerinin Türkçe olmamasını yüz kızartıcı bulduğunu belirterek dedi ki: ‘Salı dışındaki tüm gün isimleri Arapça ve Farsçadır. Mesela, pazar, pazartesi, çarşamba, perşembe Farsça, cuma ve cumartesi ise Arapçadır. Ben bu mahzuru gidermek için yeni gün isimleri buldum.’
“Önüme bir liste koydu ve ‘İşte’ dedi, ‘Türk günlerinin Türkçe isimleri.’”
“Listeye baktığımda hafakanlar bastı. Pazar gününün karşısına ‘gezgün’, pazartesinin karşısına ‘öngün’, salının karşısına ‘işgün’ yazmıştı. Bu listede çarşamba ‘güçgün’, perşembe ‘koşgün’, cuma ‘yorgün’, cumartesi ‘bitgün’ olmuştu.
“Şaşırdığımı görünce izahat vermeye başladı, adam...”
“Pazar gününe ‘gezgün’ demesinin sebebi tatil olmasındanmış, çünkü tatilde gezilir, eğlenilirmiş...
Pazartesiye ‘öngün’ demesinin sebebi, haftanın ilk iş günü oluşuymuş...
Salı ile çarşambaya ‘işgün’ ve güçgün’ demesinin sebebi ise, haftanın en yoğun ve zor günleri olmalarındanmış...
Perşembeye ‘koşgün’ demesi, iş peşinde koşulmasından, cumaya ‘yorgün’ demesi dört gün çalışan insanın yorgunlaşmasından, cumartesiye ‘bitgün” demesi hafta içi çalışmaktan çok yorulan bedenlerin bitkin düşmesindenmiş.”
Meşhur tarihçimiz İsmail Hami Danişmend, bu hikayeyi eski bakanın kahkahalarla anlattığını, kendisinin de unutmamak için not aldığını gören Hasan Ali’nin şöyle konuştuğunu belirtiyor: ‘Bunlar unutulmaz şeylerdir. Sen de unutamayacağın için boşuna not aldın.’
“Esasta Türkçe olan ‘salı’ adının niçin değiştirildiğini de sormakta kusur etmedim.”
“Onu ben de merak edip sordum” dedi Hasan Ali, “yedi gün adının, iş ve çalışma anlamı ile ilgili olması gerektiğinden bahis buyruldu.”
“Ve bu evrim, devrim, çevrim bahsine kahkahalarla son verdi.” (Tarihi Hakikatler, c.1, s. 310).
Ah, neler oldu bu ülkede! Ne tuhaflıklar, gariplikler, yersizlikler ve gereksizlikler yaşandı.
¥
Osmanlı yargı sisteminde rüşvet var mıydı?
Selahattin Aksal - Beypazarı;
“Osmanlı yargıçlarının (kadı) belirli bir maaş yerine ihtiyaçları kadar maaş aldıklarını duymuştum. Böyle bir şey var mı?”
“Var. Yargıya rüşvet girmemesi için böyle bir uygulamaya gidilmişti.
Ayrıca da kadılara (yargıçlara) padişahlar bile müdahale edemez, özgür iradeleriyle karar verirlerdi.
Devletin kuruluş aşamasında (1393’lerde), Osmanlı tahtında Yıldırım Bayezid’in oturduğu yıllarda, Padişah böyle bir duyum almış, o kadar öfkelenmiş ki, tüm kadıların, evlere doldurulup ateşe verilmesini emretmiş...
Sonra bu emrini geri alarak, tedbir açısından “Mahkeme rüsumu” ihdas etmişti...
Buna göre, davayı kaybedenlerden belirli bir ücret alınıyor, bu para kadılar arasında paylaştırılıyordu.
Mevlid, hangi olay üzerine yazıldı?
Deniz Emre/ İzmir;
“Süleyman Çelebi meşhur mevlidini hangi tarihte yazmıştır? Yazma sebebi nedir?”
* Mevlid, “veladet” (doğum) anlamındadır...
Türk edebiyat literatüründe 63 civarında mevlid mevcuttur. Bunların en önemlisi ve en yaygın okunanı Süleyman Çelebi Mevlidi’dir.
Süleyman Çelebi, Mevlid’ini 1409’ta yazmıştır. “Mevlid”in orijinal ismi “Kurtuluş Vesilesi” anlamına gelen “Vesîletü’n Necât”tır.
Mevlid’in yazıldığı tarih, her anlamda fetret dönemidir... Ankara Savaşı sonrasında Osmanlı parçalanmış, Anadolu beylikleri, Timur Han tarafından hortlatılmıştır...
Süleyman Çelebi’nin Bursa Ulu Cami’de imam bulunduğu sırada, kürsüye çıkan İranlı Şiî bir vâiz, Bakara sûresinin 285. âyetinde, mü’minlerin ikrârı olarak naklolunan, “Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinin arasından ayırmayız (hepsine inanırız)” meâlindeki âyeti izaha çalışırken, Peygamber Efendimiz’i İsâ Âleyhisselâm’dan üstün tutmadığını söylemiş, aynı sûrenin 253. âyetinde buyurulan, “O peygamberler (yok mu)? Biz onların kimine kiminden üstün meziyetler verdik. Allah, onlardan biri ile söyleşmiş, birini de birçok derecelerle yükseltmiştir” şeklindeki ifadeyi görmezden gelmiştir.
İşte bu olay üzerine Süleyman Çelebi, baştan sona Efendimiz’i öven meşhur mevlidini kaleme almıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.