Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Harem ve Hürrem

Harem ve Hürrem

Harem yıllardır tartışılır...
“Koltuk Oryantilisti” dediğimiz Avrupalı tembellerin oturdukları yerden yazıp çizdikleri “eser”ler (roman ve resimler) bizim “yerli yabancı”lara “kaynak” teşkil ediyor...
Tabiatıyla da ortaya bir “Roma haremi” çıkıyor.
Allah’ınızı severseniz, söyler misiniz, şu dizideki Kanuni’nin adı “Constantin”, Hürrem Sultan’ınki “Aleksandra”, diğer kadınların ve erkeklerin “Mari, Despina, Dimitri, Yako” olarak değiştirilse, ekrandaki saraya da “Topkapı Sarayı” yerine “Roma Sarayı” dense, yadırgar mısınız?
Görüntüde bir namaz sahnesi dışında (o da acemice) bize dair hiçbir şey yok!
Kadınlarda yaka-bağır açık, erkeklerde dindarâne bir teveccüh hak getire...
Herkes raks etmenin, gönül eğlendirmenin peşinde...
Hayır, bu “Topkapı Sarayı” değil.
Fatih Sultan Mehmed, “Saray-ı Cedide-i Âmire”yi yaptırırken, harem dairesi bile koydurmadı. Harem “Eski Saray”da (şimdiki İstanbul Üniversitesi binası) kaldı. Haftada iki gün gider, çoluk çocuğuyla görüşürdü.
Kanuni de bu geleneği sürdürdü.
Haftada sadece iki gün...
Kalan günlerini hummalı bir çalışma içinde geçirdi. Zaten tahta geçtikten sekiz ay sonra Belgrad Seferi’ne çıkacaktı. Gönül eğlendirmeye nasıl vakit bulsun?
Sadece o dizide değil, genel olarak yazılanlarda ve yapılanlarda harem, bir “kadın çiftliği” gibi takdim ediliyor.
Oysa harem padişahın hem eşlerinin, hem kızlarının, hem oğullarının yaşadığı bölümdür. Yutturulmak istendiği gibi, bir eğlence yuvası değil, sözün tam anlamıyla “aile yuvası”dır. Haremde hiçbir kadın yaka-bağır açık geçmez. Dekolte bilinmez.
Hürrem Sultan bu haremde yetişti.
Üstelik yetişmesine nezaret eden kişi Yavuz Sultan Selim’in sevgili eşi, Kanuni’nin annesi Ayşe Hafsa Sultan’dır.
Bu muhterem kadının İslâmî duyarlılığının zirvede olduğuna eski tarihçilerimiz şahitlik ediyor. Hürrem Sultan’da “torunun annesi” olma özelliklerini keşfetmeseydi, kuşkusuz kendine “gelin” olarak başka bir cariye seçerdi.
Hürrem Sultan’ın karakterinin sağlamlığına, İslâm’a sadakatle bağlı bulunduğuna ilk karine budur...
İkincisi: Dini hassasiyeti bilinen Kanuni’nin Osmanlı tarihinde ilk kez bir cariyeye nikâh kıydırmasıdır ki, bence birlikte yaşlanmak isteğinin bir ürünüdür.
Gerçi birkaç padişahın eşi Müslüman değildir, İslâm zaten buna cevaz vermiştir, ancak bu son derece nadirattandır ve valide sultanlar arasında bile anılmamaktadırlar.
Müslüman olmak, haremde yükselmenin gizli şartıdır. Üstelik bu yalnız ikrarla kalmamakta, hal ve hareketlerin uygunluğu denetlenmektedir. Bu denetimleri de valide sultanlar adına, kalfalar ve hadım ağalar yaparlar.
Bir bakıma cariye padişaha sunulmadan önce iğnenin deliğinden geçirilir...
Her anlamda lâyık olup olmadığı defalarca test edilir.
Çünkü bu “nefsani” bir birliktelik değil, Osmanlı’nın geleceğini etkileyecek hassas bir tercihtir.
Hürrem Sultan ne kadar “doğru tercih” olduğunu, bazıları günümüze kadar gelen hayır eserleriyle ispatlamıştır...
Başta İstanbul olmak üzere pek çok yerde hayır eserleri mevcuttur... Haremeyn’e her yıl altı bin altın lira gönderen yine odur!
Onun karakterini sevgili kızı Mihrimah Sultan’da okumak mümkündür.
Devamında onu yazalım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi