Yerim ben böyle hakikati...

Yerim ben böyle hakikati...

O reklâm filmini hatırlarsınız; iki delikanlı deniz kıyısında yârenlik ederken biri ötekine diyor ki, "Denizden babam çıksa yerim." Derken o esnada denizden bir balıkadam çıkmaz mı?


Arkadaşı diyor ki, "Baban çıktı abi". Denizden babası çıksa yiyeceğini ileri süren genç, uğradığı şaşkınlıkla âdeta inliyor, "Hakkaten ya!"

Hakkaten, yani hakikaten; ben bu kelimeyi bir yerden hatırlıyorum. Aa, CHP'nin yeni genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu söylemiş galiba "Hakikat Komisyonu kurulsun" diye. Yer Diyarbakır. CHP, eli kulağındaki seçim sebebiyle "Ne toplasak kâr" diye düşünerek Diyarbakır'da atağa geçiyor.

Fikre bayıldım; Sayın Sezgin Tanrıkulu'nu kutlarım fakat işte buraya yazıyorum; böyle komisyonlar CHP'nin işine gelmez, hele Hakikat komisyonları filan hiç! Nitekim Sayın Tanrıkulu da işin farkında olmalı ki güzelim komisyona tarih sınırlaması getiriyor; "Komisyonun görevi 12 Eylül 1980'den bu yana gerçekleşmiş faili meçhul cinayetler ve kayıpları araştırmak olsun."

Böylece çok ilginç bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Hakikatler ikiye ayrılır: A- 12 Eylül'den sonrakiler, B- Öncekiler. Sonrakiler kendi arasında yine ikiye ayrılır; a- Faili meçhuller hakkındaki hakikatler, b-Ötekiler...Halbuki reklâm filmindeki çocuk, "Denizden ne çıksa yerim abi" diyordu dürüstçe; daha işin başında "Yakın akrabalarım, hele hele anam-babam çıkarsa onlar istisnâdır" diye peşinen yan çizmiyordu.

Tanrıkulu'nun târifiyle Meclis'te, "Yakın tarihin en travmatik dönemlerine ışık tutacak" bir komisyon kurulacaksa bunun "son çeyrek yüzyıl"la değil de en azından elli, yüz, hatta yüzelli seneyi kapsaması gerekmez miydi?

İşi sulandırmıyor, aksine hakiki epistemik çerçevesini çizmeye çalışıyorum. Sezgin Tanrıkulu, partisine bölgede oy kazandırmak için Diyarbakır'da cesur bir hamle yapıyor; faili meçhul cinayetlere kurban giden Kürt vatandaşlarımızın acısına ortak olduklarını isbat için "Ne lâzımsa yapalım arkadaş" tavrını sergilemeye çabalıyor ama Türkiye'de Kürtlerin uğradığı haksızlık ve zulümlere milât çizgisi çekilmek lâzımsa, o çizginin en azından 1923 yılı başında gerçekleşen Adapazarı mülakatından başlaması gerektiğini görmezden geliyor: Ardından Şeyh Sait İsyanı'na, Şark İstiklâl Mahkemesine, Ağrı İsyanlarına, Dersim ayaklanmasına, yakın tarihimize "Muğlalı Vakası" diye geçen Van'ın Özalp ilçesinde 33 kişinin kurşuna dizilmesine, anlı-şanlı "27 Mayıs Devrimi" akabinde Kürt ilerigelenlerinin nâhak yere sürgüne gönderilmesine de "Unutalım gitsin; son çeyrek asrı didiklesek kâfidir" yaklaşımıyla sırtını dönüyor.

Sırtımızı dönmeyelim; kurulsun o komisyon, Kürt meselesi'ni azdıran ne kadar iltihaplı vaka varsa masaya yatırılsın; neyse şu "hakikat" bilelim. Yüzleşelim, hodri meydan!

Eskiler, "Koruk yemedim ki dişim kamaşsın" derlerdi. Cumhuriyet'in bidâyetinden itibaren Kürt meselesini iltihaplandıran bütün dramatik hamlelerin neredeyse bir tane resmi muhatabı vardır ve bunu tesbit için aslında masraf edip Hakikat Komisyonu kurmaya bile gerek yoktur; en devrimbaz kalem elinden çıkmış sıradan bir İnkılâp Tarihi kitabını bile, arkaplan bilgisiyle okumak yetişir.

Bu muhatap CHP'dir. CHP'nin yine de son 30 seneyle mahdud bir hakikat komisyonu kurulması teklifini büyük tekâmül sayıyor ama ilâve etmeden geçemiyorum: CHP, evvelâ kendi hakikati ile yüzleşmeli, evvelâ kendi içinde bir hakikat komisyonu kurup bütün seyyiât ve hasenâtıyla kendi geçmişini irdelemeli ve bu esnada denizden babası bile çıksa yiyeceğini bütün netliğiyle va'detmelidir ki derdine devâ bulabilsin!

Hakikat komisyonuymuş; ayol önce "Hakikat"in etimolojisine bir göz atsaydınız derler adama!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi