Edebiyatımızın başına gelenler!
Bir edebiyat dergisi, edebiyatımızın başına gelen iyi şeylerle ilgili anket yapmış.
Türkiye edebî birikimi konusunda çok fazla düşünmeyen bir ülke. Düşünmeyen, yani tasnif yapmayan, seçmeyen, değerlendirmeyen... Mesela, türkçenin mutlaka okunması gereken eserleri konusunda dörtbaşı mamur, edebiyat çevrelerinin büyük çoğunluğunun tasvibini almış bir değerlendirme yok henüz.
Bir zamanlar Millî Eğitim’in yaptığı yüz temel eser (ki 70’i türkçe, 30’u tercümedir) sıralaması orta öğretim öğrencileri için düşünülmüş, çok da geniş bir tasvibe mazhar olamamış bir değerlendirme idi.
Bu değerlendirme ne kadar iyi niyetle başlatılırsa başlatılsın, sonuçları başlangıçtaki niyetleri aşan kötülüklere yol açmıştır. Bugün bu sıralamanın uygulaması ile türkçenin 70 güzel eserinin karikatürleri asıllarının yerine geçmiştir.
Çocuklarımız türkçenin klasikleri ile değil, onların adıyla üretilmiş taklitleriyle, özetleriyle, arılaştırılmış sahteleriyle meşgul ediliyor.
Bu yüzden böyle bir anket yapılması önemli. Derginin anketinde sadece eserler üzerinden değil, kişiler ve olaylar da işin içine katılmış. Sonuçlarından tamamıyla henüz haberdar olamadığımız için, gazetelere yansıyan kadarıyla söylenilebilecekler var.
Türkiye’de edebî birikimin doğru kavranamasının önündeki en büyük engel ideolojidir. Elbette ideoloji günümüz Türkiyesinde 1970’lerdeki, 80’lerdeki katılığı ile kendini göstermiyor. Kamplaşmalar çözülüyor, iki ayrı ülkede yaşadığı sanılan yazarlar birbirlerini daha fazla tanımaya başlıyor. Buna rağmen, bu anketin görünür sonuçları, en azından bir tarafta ideolojik blokun varlığını koruduğunu, duvarların hükmünü icra ettiğini ortaya koyuyor.
Anket sonucunda sıralanan olaylar, eserler ve kişiler, henüz bu anketin içinde yer alanların büyük çoğunluğunun ideolojik esaretinin sürdüğünü gösteriyor. Yahut da, alışkanlıkların ötesine geçecek bir hamle yapamadıklarını ortaya koyuyor.
Edebiyatımızın başına gelen en önemli şey Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü alması olarak belirlenmiş. Bu sonuç Orhan Pamuk’un veya eserlerinin değerini değil, olayın sonuçlarını esas alıyor. Bu ödül, Türk edebiyatının tanınması konusunda olumlu sonuçlar doğurmuştur, dolayısıyla en önemli “şey” budur deniliyor.
Derginin yöneticileri hayıflanarak ikinci önemli şeyin Nazım Hikmet olduğunu belirtiyorlar. Demek ki, birinci önemli şey olmalı imiş! Zaten ifadelerden Nazım hayranlığı ile ideolojik körlüğün atbaşı gittiğini kolaylıkla anlayabiliyorsunuz:
“Çağdaş Türk şiirinin kurucusu Nâzım Hikmet, şiirimizi geleneksel divan ve halk şiiri kalıplarından çıkararak özgür koşuğa ve sosyalist düşünceye kavuşturdu. Adı dünya şiirinin uluları arasında anıldı. Ardında yalnızca destansı bir şiir birikimi değil, destansı bir hayat da bıraktı. Hayatı, bütün insanlık ailesinin geleceğinde örnek oluşturacak dürüst davranışlar, sıradan kahramanlıklarla dolu geçti. Bu yüzden şiirlerinin yanı sıra örnek yaşam biçimiyle, hayat karşısındaki tutumuyla da özlediği bir dünya kurulana dek önemini yitirmeyecek bir ozan-kişilik.”
Bu cümlelerden adının “hayal adası” anlamına geldiği söylenen derginin yöneticilerinin tahayyüllerinin ne kadar sınırlı, ufuklarının ne kadar dar olduğu açıkca anlaşılabiliyor.
Modern şiirimizin kurucusu neden Nazım Hikmetmiş?
20. yüzyılın başında şiirimizi yenileyerek bize ulaştıran büyük öncüleri var. Yahya Kemal var, Ahmet Haşim var, Mehmet Âkif var... Bu üç isim anılmaksızın modern Türk şiirinden söz edilemez. Nazım’ın şiiri bu isimlerden ancak Mehmet Âkif’e nisbetle bir yere konulabilir. Bu yer ise asla Âkif’in önünde olamaz.
Nazım’ın şiirimizi geleneksel divan ve halk şiiri kalıplarından çıkararak özgür koşuğa (ne demekse) ulaştırdığı iddiası için cehalettin tecessümünden başka bir şey değil.
Tanzimat’tan beri halk ve divan şiirlerinin dışında bir şiir alanı oluşturulmuştu ve 20. Yüzyıl şiiri, bu alanda geçmişi ile de yüzleşerek yeniden doğdu. Bu oluşumda Nazım’ın öyle çok fazla söz edilmeyi gerektiren bir yeri yok. Hatta akranı Necip Fazıl’ın şiir kudreti yanında, Nazım’ın adı kolaylıkla telaffuz edilemez. Nazım’ı yükselten propaganda şiiri değil, başka şeyleri esas alır.
Nazım’ın asıl marifetinin bizim soyalizme kavuşturması olduğu anlaşılıyor. “Ardında yalnızca destansı bir şiir birikimi değil, destansı bir hayat da bırakmış” Bu hayatın neresi destansı? Türkiye’nin devrimciliği, ilericiliği hiç dilinden düşürmeyen tek parti yöneticilerinin gadrine uğraması dışında. Hayatı nasıl bütün insanlık ailesi için örnek oluşturabilir? Yeryüzü tarihinin tanıdığı en kanlı diktatörlerden Stalin’i tanrılaştırması mı? Sonuna kadar bu eli kanlı diktatörün medhiyesini yapması mı? Nazım’ın sonradan Stalin karşıtı gösterilmesi için harcanan çabalar büyük ölçüde kurgu ürünü... Nazım’ın örnek yaşam biçimini hangi günümüz insanı çocuğuna bir model olarak tavsiye edebilir?
Bunların yaptığı bir şey ama, edebiyat böyle bir şey değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.