'Özgür Üniversite' kalmadı!
Önce Boğaziçi Üniversitesi, ardından da Bilgi Üniversitesi, 2005'te Ermeni Konferansı nedeniyle ulusalcı-milliyetçi bombardımanının hedefi olmuştu.
(Kısaca Ermeni Konferansı denilen etkinliğin tam adı "İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları" idi. Hükümeti yıkmak isteyen Veli Küçükgiller ile Hükümet kanadından Cemil Çiçekgillerin tam o noktada aynı ağızla konuşmaları manidardır!)
O dönemde Bilgi ve Boğaziçi, "Burası üniversite, burada her şey tartışılmalı" diyerek yüksek öğretime, "özgür üniversite" mührünü vurmuşlardı.
Ancak zamanla ikisi de değişti:
Ayşe Soysal'dan sonra Boğaziçi'ne rektör olan Kadri Özçaldıran, statükocu, geçmişiyle yetinen, mıgır bir üniversite yarattı.
Bilgi Üniversitesi ise Amerikalılara satıldı. Bir süre sonra yüksek öğretim ticarethanesi haline geldi. Simgesel değeri olan bazı hocalarını kaybetti.
Şimdi her iki üniversite de "özgürlük" diye, okulun yeşil çimlerinin üstünde kıkırdayan kızlarla oğlanların görüntüsünü sunuyor.
Ama resmi ideolojiyi, önyargıları, militarizmi, kof inançları ve tabuları sorgulayan hakiki "Özgür Üniversite" imajı, şu sıralar boşta duruyor.
Hiçbir üniversite bu değere sahip değil. Bakalım talip olan çıkacak mı?
***
Medyatik hocalar aranıyor
Geçen gün akademisyen bir ahbabımla karşılaştım. Görmeyeli başka bir vakıf üniversitesine transfer olmuş.
"Bizim oralardan bilmem kim de üniversite değiştirdi" dedim.
Sonra da şöyle devam ettim: "Üniversite yönetimi nasıl olmalı? Bunu daha iyi kavrayanlar hocalar tarafından tercih ediliyor herhalde..." Baktım bıyık altından gülüyor. İşin aslını sordum. "Senin sözünü ettiğin hocanın da, benim de ve birçok başka akademisyenin de talep edilmesinin arkasında kısaca söylersek, medyatik olmaları yatıyor" dedi. Nasıl?
Şöyle: "Bir TV'de program yapıyorsan... Ya da TV programlarında sıkça görünüyorsan, üniversiteler seni almak ister... Hele gazetelerde filan yazıların çıkıyorsa... Havada kaparlar!"
Akademisyenin altın ilkesi: İyi şartlarda çalışmanın yolu, tartışma programlarından geçer.
***
Bir etik sorusu
Geçenlerde siyaset bilimi doçenti Gökhan Bacık'ın davetiyle Gaziantep'te yeni kurulan Zirve Üniversitesi'ne konuşma yapmaya gittim. Zirve'yi ve kenti önümüzdeki günlerde daha uzun anlatacağım... Bugünlük ilginç bir tecrübemi size aktarmak ve fikrinizi almak istiyorum. Olay şöyle...
Antep'ten dönüyoruz. Uçakta hostesler yemek servisi yapıyor...
Hostes yemeği uzattı. Yolcu "Ben sadece yoğurdu istiyorum" dedi.
Hostes ise "Bu bir set menü... Yoğurdu ayrıca veremem" diye itiraz etti.
Adam, "Parasını ben verdim. İstediğimi alırım" dedi. Hostes "Ben biraz sonra gelirim" diyerek gitti. (Servis bittikten sonra adamın yoğurdunu getirdi.)
Aramızda bu olayı "etik" açıdan konuştuk:
1) Adamın setten sadece bir parçayı istemesi etik mi?
2) Hostesin o anda vermemesi doğru mu?
Benim fikrim şöyle:
Uçak şartları gereği, bu tip yemek servisleri toplu halde ve sırayla yapılır.
Bu nedenle yolcunun servisi "özelleştirmeye" kalkışması doğru değil.
Böyle durumlarda her yolcunun aynı talepte bulunduğunu varsaymak gerekiyor:
Biri sadece salatayı, minik zeytinyağı-limon şişesini, peçete-çatal takımını isteyecek... Diğeri pilavlı eti alacak... Tepsiler birbirine karışacak... Aldındı, verdindi derken, servis süresi uzayacak... Böyle şey olmaz! Bence hostesin yaptığı en doğrusu: Servisi bitirdikten sonra bir setten sadece yoğurdu ve kaşığı getirdi.
Adamın kaba biçimde "ama parasını verdim" demesine ise hiç değinmiyorum.
Siz ne dersiniz?