Kar mı yağmış yüce dağlar başına?
Şimdi dalga geçtiğimi düşünenler çıkabilir ama son derece samimiyim; CHP'nin şu günlerde yapması gereken en iyi şey, hiçbir şey yapmamasıdır diye düşünüyorum.
CHP, sekiz ay kadar önce genel başkanını değiştirmek ihtiyacı hissetti, çünkü meşrûiyet içinde politika yapan -"geliştiren" diyebilmek isterdim ama...- bir siyasi parti olarak seçmen tabanını sertleştirmiş, bu ekiple daha fazla büyüme şansının kalmadığını görmüştü. CHP'yi iki şey iktidara taşıyabilirdi: İlki, o güne kadar CHP'ye oy vermemiş yeni seçmenleri iknâ ederek oylarını artırmak, ikincisi ise alışılageldiği üzere iktidara üniformalı ve beyaz yakalı bürokratların himâyesiyle yani paraşütle konmaktı. Deniz Baykal'ın CHP'den ayıklanarak uzaklaştırılması, ikinci seçenek ümitlerinin boşa çıkması sebebiyledir. 27 Nisan gece muhtırası, beklenen tesiri yapmadı. Muhtırayı görünce Demirel gibi kasketini alıp gideceği hesap edilen AK Parti, şaşırtıcı ve cesur bir hamle yaptı; direndi ve kazandı. O süreçte, ülkenin meşru iktidarını ve yasama meclisini desteklemesi gerekirken Anayasa Mahkemesi kapısına giderek sızlanmayla geçiren CHP kaybetti.
Akabinde gelen Ergenekon soruşturması ve duruşmaları, âdeta CHP'nin kimyâsını bozdu; birkaç gün önce CHP genel başkan yardımcısının Silivri'den Ankara'ya tünel kazmak için altyapı çalışmaları ve zemin etüdlerine başlamış olması sebepsiz değildi. Ergenekon'un varlık sebebi hükümeti devirmekti ama maksadına erişemeden yakayı ele verip yargılanmaya başladılar.
CHP'yi iyice karamsarlığa iten bir başka unsur, 12 Eylül 2010 referandumu oldu; CHP, ümidini hayır oylarına bağladı ve kaybetti. Böylece bugüne kadar nedense hep CHP'den yana ağırlık koyan bürokratik statükonun altındaki anayasal mimari değişti. CHP'nin güvendiği bürokratik dağlara kar yağmaya başladı.
Haksızlık etmeyelim, CHP üçüncü yolu da denedi; yeni genel başkanının ılımlı, sâkin yüzlü, hazırcevap görüntüsünü kullanarak halka değiştiği inancını telkine çalıştı; hatta bu esnada anketlerde % 30'a doğru bir tırmanış bile görüldü CHP lehine ama olmadı; ibre yine 25'le 30 arasında gidip gelmekte. Görüldü ki Kılıçdaroğlu'nun söylediği sözlerin retorikten başka kıymet-i harbiyesi yoktur ve samimiyet eseri göstermiyor.
Şimdi baştaki cümleye dönebiliriz: Belki de CHP için yapılması gereken en iyi şey hiçbir şey yapmadan sâkince beklemektir, çünkü ne yapılsa yaramıyor. CHP'nin sanki politika yapmayı unutmuş gibi bir görüntüsü var; halbuki ülkenin en eski, en kıdemli partisi CHP. Ne yaparlarsa yapsınlar CHP'lilerin endişesini artırmaktan, CHP'li olmayanlara ise antipatik görünmekten kurtulamıyorlar. Acı fakat gerçek!
Şimdi, bazı akıldâneleri yeni bir mücadele yolu keşfettikleri inancındalar: Direnmek, hükümeti, "Sonun DP'ye döner bak karışmam" veya "Şartlar olgunlaşırsa ihtilâl meşrû olur" gibisinden pis imâlarla tehdit etmek. Konuşan konuşuyor da başlıca vazifesi bu gibi çizgi dışı beyanları takib etmek olan Yargıtay Başsavcısı ne yapıyor diye merak ediyorum doğrusu.
Durum son olarak şöyle; CHP dibe batmamak için çırpınıp bir şeyler yapmaya kalkıştıkça kendi direncini kırıyor. Sivri dilli parti yöneticilerinin sözleri AK Parti'ye oy vermiş kararsız seçmenleri, inançlı partililer haline getiriyor; bu gidişle hükümetin % 55'in üstüne çıkması bile mümkün ve muhtemeldir.
CHP ortamı gerdikçe AK Parti safları sıklaşıyor.
Ankara'nın bürokratik dağlarına ise kar yağıyor!