Hayatla ilgilenmek başka, yaşamak başkadır
Bendeniz hayallerimi, hayatımın bir parçası sayarım. Buna da “yaşamak” (bunu çelişki gibi gören varsa görsün) derim.
“Yaşamak” çok önemli bir sanattır: Zira sadece romantizmi değil, tüm siyasi, sosyal, ekonomik konuları da kapsıyor...
Yani hayallerle gerçeği birlikte yaşamak, bana göre bölük pörçük yaşamak yerine “tümü yaşamak” anlamına geliyor.
Hayatınızda dostluk olmazsa, sevgi olmazsa, aşk olmazsa, paylaşma olmazsa, romantizm olmazsa, hayatın mânâ boyutu oluşmaz. Mânâ boyutu oluşmamış hayatın “tüm” olduğunu iddia edebilir misiniz? Zaten o taktirde “tüm” diyebileceğiniz bir şey kalmaz ortada.
Hayatın siyaset, ticaret, v.s. gibi realist olguları da tümün parçalarıdır.
Baharın, mehtabın, denizin, çiçeğin tadını bilmeyen bir ressam bunları çizse, bir fotoğrafçı güneşin suya aksindeki pembe hayat öpücüklerini algılamadan gün batımını fotoğraflasa, ya da aşk olgusunu kavramayan yazar Leyla ile Mecnun’un hikâyesini yazsa, hayatlarına ne katkısı olur?
Meşhur olmak başka, adam olmak başkadır!
Tarih, adam olamamış nice meşhurları yazmıştır.
Doğrusu onlardan biri olmak istemem.
çünkü ben “sanatçı” olma derdinde değil, kendi sanatsal varlığımı yaşama azmindeyim... Buna siz “kendini keşfetme ihtiyacı” da diyebilirsiniz. Bence insan, ancak insanı (kendini) keşfedince “gerçek sanatçı”, kendini keşfetmiş insanın hayatı da “gerçek hayat” olur. Ve insan kendini keşfedebildiği ölçüde “Gerçek San’atkâr”a ulaşabilir.
Zaten sanatı kavrayabilmek için de insanın kendini keşfetmeye ihtiyacı var: Neden derseniz insanın bizatihi kendisi, San’atkârını işaretleyen en mükemmel sanattır.
İnsan hem sanat, hem de sanatkârdır kısacası. Kocaman bir “bütün”lük içinde yaşar. Ne yazık ki, hayatı da sanatı da ıskalıyoruz.
Hayat üstüne felsefe üretip gevezelik etmekten hayatı yaşamaya vakit kalmıyor.
•
“Modern insan” hayatı tanımlıyor, aşkı tanımlıyor, romantizmi tanımlıyor, sevgiyi, mutluluğu, dostluğu tanımlıyor; bunlar üzerine çeşitli yorumlar yapıyor, yazılar yazıyor, teoriler üretiyor...
Hayatı “daha derinden” kavramak ve değişik yorumlamak için durmadan koşuyor.
Koşarken de, maalesef, hayatı ıskalıyor.
•
Yazar, hayatı sadece yazıyor, yaşamıyor... Şair dizeler haline getiriyor aşkı, yüreklere giremiyor... Ressam resimliyor çiçeği, fotoğrafçı karelere sığdırıyor...
Kimileri oynuyor hayatla, kimileri hayattan servet kazanıyor. Oysa en büyük oyun ve en büyük servet, onu gerçekten yaşamaktır.
Yaşayamıyoruz: Ne Mevlâna’nın, ne aşkı uğruna dağları delen Ferhad’ın aşkını tadabiliyoruz, ne de “romantizm” dediğimiz büyüye ulaşabiliyoruz.
Doğal olarak da mutluluğu yakalayamıyor ve hayatın en güzel gerçeğiyle tanışamıyoruz. Sonuçta çok şey teoriden ibaret kalıyor: Teori demek, hayat demek değildir. Zaten hayat demek de bilim demek değildir. Laboratuara, fanuslara konamaz, sadece yaşanır.
Biz hayatla ilgilenmeyi “yaşamak” sanıyoruz. Bu durumda yaşamıyor, yalnızca “yaşar gibi” yapıyoruz.
•
Sizi bilemem, ama ben hayatı ve insanı ıskalamamaya artık kararlıyım...
Kararlıyım, çünkü ben de çok ıskaladım. Belli bir yaşta, koşmaya ara verip arkama bir baktım ki, arkamda hiç yaşanmamış günlerin mezarlığı var.
Kimi zamanlarımı korkular yutmuş, kimi zamanlarımı teorisyenler, kimi zamanlarımı “elalem ne der” sendromu. Gönlümce ömrümü yaşayamamışım.
“Artık gönlümce yaşamalıyım” diyene kadar da iş işten geçmiş, hayattan geriye pek bir şey kalmamış.
“Keşke”ler tam bu kertede başlıyor işte…
“Keşke” şöyle yaşasaydım, “keşke” böyle yaşasaydım.
Ne çare, yaşansa da yaşanmasa da ömrü geriye sarmak mümkün değil.
Artık “Hoş geldin ölüm” demekten başka çare kalmıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.