Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Aşkın Kesin İnançlıları

Aşkın Kesin İnançlıları

“Cebrail Aleyhiselâm akıl, Peygamberimiz Efendimiz aşk”tır diyor, aşkın kesin inançlılarından merhum Fethi Gemuhluoğlu.

Lisan akıl ve nakildir ki, râvîlerin, yazarların ve ilmel yakîn seviyedeki ilim erbabının iştigalidir; irfana ve seyr ü süluka, yâni hakikat aşkının mertebesinde bulunmaya daha sıra vardır.

Aşkın kesin inançlısı Fuzûlî üstadım, “aşk imiş her ne var âlemde/ İlim bir kıyl ü kâl imiş ancak” diyor. Arkasından da şu vecdli mısralarıyla sesleniyor bize: “Ya Râb belâyı aşk ile kıl âşina beni / Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni.”

“İlim bir kıyl ü kâl” sözünde Allah’ın “âlim” sıfatına muhalefet olmadığını belirtiyor âlimlerimiz. İlim, aşağıdan yukarı, daima bir yükseğe, hakikate sıçrayıştır. İlmin nakilleşmesi ve aşkın olana götürememesi katılaşmaktır ki, aşka doğru hamle yapılamazsa “kâl”e dönüşecektir. Böyle bir katılaşma karşısında ölçümüz bellidir: “Faydasız ilimden Allah’a sığınırız.”

Faydalı ilimle birlikte kemâle ulaşmanın yolu tasavvufî hayat ve “lisan-ı hâl”dir ki, hakikat aşkına tutulmak gerek.

Kendisi ehl-i aşk olan ve aşksızlara da aşk tâlimi yaptıran Gemuhluoğlu üstadım: “Akıl kutsaldır, beyler. Din-i mübin, akıl sahiplerine teklif edilir. (...) Fakat akıl, akılsızlara gereklidir. Aklı olanlar, aşkı seçsinler ve aklı terk etsinler” diyordu.

Şems’in “şunun bunun ne dediğini boş ver, sen ne diyorsun “ sözü “lisan-ı hâl”dir. Yani aşkın duruma geçmektir. Önce mecazî aşkın yangını, ıstırabı ve güzelliğini yaşamak; sonra perdeleri bir bir kaldırmaya hamle yapmak ve dahi masivaya eyvallah etmemek, sonra hakikat aşkına doğru uzun soluklu bir yürüyüşe çıkmak sırası gelecektir.

Ömer Tuğrul İnançer, “Allah’ın emirleri akıl gibi yapılması gerek. Oruç, namaz, zekat, hac gibi yapılması emir olan görevler din gerekleridir. Bu vecibeler, bir vasıta olup, gaye değildir. Gaye, Allah’ın aşkıdır. Bu vecibeleri huşuyla yapmanın yolu aşktır, vecddir, hâldir” diyor. Bu sözden anladığım şu: Aşk, Kur’ân’da belirtilen aklım daima bir yukarısına sıçrayıştır.

“Tanrıdan başka bir temaşası bulunan aşk, aşk değildir” diyen Hz. Mevlâna, herkesin bildiği üzere muhabbetten ateş bastıkça dışarıda namaza dururdu. Bir gün böyle bir “hâl” ile dışarıda uzun süre kalır. Zerkubi merak eder. Bakar ki, Hz. Mevlâna secdede bekliyor uzun müddet ve kalktığı yok. Eğilip bakıyor ki, Hz. Mevlâna’nın gözünden akan yaşlar yere yapışmış ve Konya soğuğunda buz tutmuştur.

Dünyalık akıl yok, maddeci matematik yok, masivanın zerresi yok ortada. Madde ve zaman sıfırlanmış, yalnızca aşk var ortada, yani Allah aşkı! Zerkubi, kesin inançlı bir aşk ehli karşısında kendisi de aşka kesilir. Hz. Mevlâna’ya bir daha bakar. Başını secdeden kaldırsa yüzündeki eti ve deriyi koparacak buz. Zerkubi nefesiyle buzu eritir ve yalvararak Hz. Mevlâna’yı içeri sokmaya çalışır.

Tuğrul İnançer’e göre, bu namaz, Kur’anî akıl (emir) ve vasıta olmaktan çıkmış, bir baştan bir başa aşka kesilmiştir. O Hz. Mevlâna ki, aşkın yücelerinden seyretmiş dostlarını:

“Bir aşkla elbisesi yırtılan kişi, hırs ve ayıptan bütünüyle temizlenir” diyor. Dahası var: “Âşıklık hastalığı hastalıklardan ayrıdır. Aşk, Allah’ın sırlarının usturlabıdır.”

Ehli bilir ki, Mecnun, Leylâ’nın mahallesinden gelen ağzı salyalı bir köpeği gözünden öpünce, arkadaşları ona “sen iyiden iyiye mecnunsun” derler. Mecnun:

“Bu köpek ki, Leylâ’nın mahallesinden gelmiş bir köpektir. Bu öptüğüm gözler, Leylâ’yı görmüştür” der. Mâşuku gören gözleri öpmek, hakikat aşkının son basamağında nurun ışığından gözleri kamaşarak mest olmak demektir.

Ehlinin malûmudur, önce dış kapıdan içeri alınmayıp bekletilen Akşemseddin daha sonra Hacı Bayram Veli’nin halifelerinden biri olmuştur. Akşemseddin’le, şeyhin diğer halifesi Emir Sikkini arasında ciddi bir meşrep ve yol farkı vardır. İlki disiplinli ve uyum sahibidir. İkincisi, her an cezbe hâlinde ve melâmet neşvesindedir. Hacı Bayram Veli, bu yüzden onların arasını ateşten başka hiç bir şeyin temyiz edemeyeceğini söylermiş.

İki halife, şeyhlerinin vefatından sonra Göynük’e postu sermişler; ancak bütün müridler Akşemseddin’e tâbi olurlar. Müridsiz kalan Sikkini, Akşemsedin’in meclislerinde bir köşede oturur, fakat zikre katılmaz. Bu durumdan rahatsız olan Akşemseddin, “Zikre katılmanız lâzım, yoksa senden şeyhin tacını ve hırkasını alırız” deyince, Sikkini, “Madem öyle, yarın bizim eve gelin, size hırka ve tacı teslim edeyim” diyor.

Ertesi gün evinin avlusunda büyük bir ateş yaktıran Sikkini, eve gelen Akşemseddin ve müridlerinin gözlerinin önünde hırka ve tacıyla ateşe dalıverir. Bir müddet sonra zerrece etkilenmemiş olarak çıkar; yanan hırka ve taçtır. O günden sonra Sikkini’nin yolunu takip eden Bayramî melâmîleri, ne hırka giyer, ne taç takarlar.

Âlimlerin kitaplarından öğrendiğim mevzuun bir başka ciheti de tasavvuf şiirlerinde “Ah ü vah”ın, yâni ah ve vah’ın aşk terminolojisinde hususî bir yeri vardır. İbni Arabî, kalpten ciğerlere sirayet etmesi hâlinde, âh sedâsıyla birlikte çıkan nefesten yanık kokusunun yayılacağını söylüyor:

“Biz sevgiden sudur ettik / Sevgi üzerine yaratıldık / Sevgiye verdik gönlümüzü” diyor. Eğer aşk ateşi kalbi ve ciğeri yakıp pişirirse “hâl” sahibi, yâni âşık ölebilir, diyor. Semâ ve zikir meclislerinde ruhlarını böyle teslim edenlerin evliya menkıbelerinde anlatıldığı herkesin mâlûmudur. Böyle insanlara “ilâhî aşkın şehidleri” denir.

Aşkın kesin inançlılarından Kerem’den bahsetmeden geçmek olmaz. Bilindiği üzere, Kerem, mâşuku Aslı’nın düğmelerini büyü yüzünden bir türlü çözemeyince öyle bir âh çeker ki, ağzından çıkan ateş ikisini de yakıp kül eder. Temeli tasavvufa dayanan bu hikâye için kısa bir açıklama yapmak icap ediyor.

Ehli bilir, fakat sözümüz bilmeyenler içindir. Kerem’in, Aslı’nın düğmelerini çözmesi mecaz mânadadır. Yâni, Aslı’nın düğmeleri menzile, hakikate varabilmenin önünde meşakkat, sabır ve mânevî hamleler isteyen imtihanın sembolüdür. Hakikat aşkının önündeki “büyü” dünyevî engellerdir. Kerem’in “âh”ının derecesi o kadar yüksek ki ağzından çıkan ateşle büyüye, masivaya eyvallah etmeyip ateşe gark olarak imtihanı geçmiştir.

Ali Yurtgezen Hoca’ya göre. Allah aşkıyla ilgili sözleri sadece kendisinin idrâk seviyesi ve manevî derinliğine ait olan aşkın kesin inançlılarından Hallacı Mansur, şathiyeleri sebebiyle mâlûm cezaya çarptırılır. Organları, yavaş yavaş kesilmeye başlar ve o: “Uzuvlarım kesilmiş, mafsallarım sökülmüş ne çıkar! Her birinden Senin adın zikredilir Rabbim! Senin adın yazılır.”

Fuzûlî üstadıma bir daha müracaat edelim: “Ey Allah’ın Sevgilisi! Ey insanların hayırlısı! Susuzluktan yanıp dudağı kuruyanların daima su istedikleri gibi, ben de Seni özlüyorum.”

Bu yüce aşk erbabını ziyaret ettikten sonra şimdi sıra aşkın kesin inançlılarından Yunus Emre’nin aşk bilgisine yüz sürmeye geldi.

“Dost ile bir oluptur / Hakkel yakîn içinde”. Yunus, bütün masivayı aştığı gibi şeriat, tarikat, marifeti de aşıp hakikate, yâni aynel yakîn mertebesine ulaşmamızı istiyor bizden ve arkasından aşkın kesin inançlısı olmanın bir başka yolunu söylüyor:

“Dostu (Allah) kanda bulasın / Sende durmak ile sen / Ol imaret eylemez / sen viran olmayınca.” Sözlerinin hikmeti ve mânası, kitaplardan öğrendiğimiz kadarıyla şudur: Allah’a ulaşmayı ve gerçek ibadeti Onun aşkında yok olarak sağlayabilirsin. Benliğini, kendini aşıp (viran etmek) kabuktan öze varmak gerek, diyor ve bize kendi hâlini misal gösteriyor: “Ben ham idim, aşk pişirdi.”

Masivadan bütünüyle arınmış bir aşk mı arıyorsunuz? Şeyh Galib ustamızın “Hüsn ü Aşk”ındaki mânaya sarılınız:

Aşk, tutulduğu Hüsn’ü, Beni Muhabbet kabilesinin ulularından ister. Aşk’a, şayet kalp ülkesindeki kimyayı getirmezse Hüsn’e kavuşamayacağını söylerler. Aşk, lalası Gayret’i alıp yollara düşer. Yolarda tehlike ve engelleri Suhan’ın yardımıyla aşar. Mumdan gemilerin yüzdüğü ateş denizini aşar ve Çin’e varır. Çin’de Haşruba adlı kıza tutulur. Kız, Hüsn’e benzemektedir. Nefsi temsil eden Haşruba, onu resimler ve hayaller âlemine götürür. Burası dünyadır.

Sonunda Aşk, sûretlerden, hayâllerden kurtulur bir hakikat sabahında. Bakar ki Aşk, Hüsn’den, Hüsn , Aşk’dan başkası değildir.

Gemuhluoğlu üstadım “aşka âşık olunuz” diyordu biz ham ervahlara. Hayatın anlam bilgisini soranlara âcizane derim ki:

Aşkın kesin inançlılarına meftun olup hakikat aşkı üstüne tâlim yapmaya ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi