Türkiye'nin elCezire'si...
Terazinin bir kefesine bütün İslam dünyasının medyasını, gazeteleriyle dergileriyle tv'leriyle koyunuz, öteki kefeye el-Cezire'yi koyunuz, el-Cezire ağır basar.
El-Cezire İslam tarihinin son bir asırdaki -belki de- en büyük başarısıdır.
El-Cezire, dünyaca ünlü ve güçlü BBC'nin önüne geçmiştir. Le Monde gazetesinde okudum, Washington Beyaz Saray'da bile şu son günlerde el-Cezire'nin İngilizce yayınları seyredilmekteymiş.
Bu dillere destan televizyon ve internet sitesinin merkezi Basra Körfezindeki Katar ülkesindedir. Demek ki, küçük bir ülke bile, şartlarını ve vesilelerini bir araya getirince böyle büyük başarılara imza atabiliyor.
Dış işlerinde Selanik Dönmesi Monşer diplomasisinden milli diplomasiye geçen Türkiye İngilizce ve Arapça yayın yapacak, el-Cezire gibi başarılı bir uluslararası tv kurabilir mi?
Bizde bunu kuracak para vardır. Bu iş için yurt içinde ve dışında eleman da bulunabilir. Parayı bulmak kolaydır ama bu işi el-Cezire gibi başarıyla yapacak elemanları seçmek ve çalıştırmak çok zordur.
Türk el-Cezire'sinin başına getirilecek başarılı genel yönetmen Türkiye'de var mıdır? Bendeniz böyle bir kimse tanımıyorum. Bunu yurt dışında, öncelikle Arap dünyasında aramak gerekir. Öteki elemanların bir kısmı Türkiye vatandaşı, bir kısmı başka ülkelerin çocukları olabilir.
Böyle bir tv'de Yahudi çalıştırılsın mı? Bu soruya "Mutlaka çalıştırılmalıdır" cevabını veririm. Niçin?.. Çivi çiviyi söker de onun için. Siyonist olmayan, İsrail'i tutmayan nice aklı başında, çok kültürlü, çok başarılı Yahudi var.
Türk el-Cezire'sinin Arapçası, dünyanın en iyi Arapçası, İngilizcesi de yine dünyanın en iyi İngilizcesi olacaktır.
Böyle bir tv bizim resmi TRT'nin bünyesinde olabilir mi? Kesinlikle olamaz.
Türkiye el-Cezire'sine hangi isim konabilir?.. Tarihi bir şahsiyetin ismi olabilir? Salahaddin tv gibi...
Coğrafi bir isim olabilir... el-Cibal gibi...
Bir savaş ismi olabilir...
Tarihteki büyük bir hadiseye verilmiş bir ad olabilir...
En-Nahda... olabilir.
Başka isimler de bulunabilir...
İsmi çok önemlidir, bunu ehil bir jüri'nin bulması ve seçmesi gerekir.
Böyle hayırlı bir işe teşebbüs edilecekse, şu sayacağım şartlara dikkat ve riayet edilmediği takdirde iş başlamadan biter ve söner. Nedir bu şartlar:
1. Bir adamın veya bir partinin hizmetinde olmayacak, insanlığın hizmetinde olacaktır.
2. Bu medya kuruluşuna, ehliyet ve liyakati olmayan hiçbir eleman alınmayacaktır. Çaycısı ve kahvecisi bile birinci sınıf, ehil ve layık bir kimse olacaktır.
3. Türkiye el-Cezire'sinin bütçesinden hiçbir yiyici, parazit, yanaşma, yalaka, dalkavuk, yağcı, sırtlan rezile bir dolar bile kaptırılmayacak, bütün paralar ve ödenekler yerli yerinde harcanacaktır.
4. Medya ve tv konusunda dünyanın en başarılı, en kültürlü, en çalışkan, ufku en açık, çağ seviyesinde, hatta çağ üstü elemanları bulunacak ve onlardan kadro kurulacaktır. Bir tek başarısız ve ehliyetsiz eleman bile alınmayacaktır.
5. Türkiye'deki büyük kokuşmadan bu tv'ye bir zerre bile olsa pislik bulaştırılmayacaktır.
İşte bendenizden size ülkemizi, halkımızı, devletimizi (rejimi değil) yüceltecek, İslam dünyasına ve bütün insanlığa hizmet edecek hayırlı bir proje, bir teklif... Aklınız kesiyorsa buyurun hayata geçirin.
*(İkinci yazı)
DİKKAT, MERAK, HAFIZA
BU devirde, bilhassa gençlerde, şu üç konuda büyük yetersizlik görülüyor: (1) Dikkat, (2) Merak, (3) Hafıza.
Dikkatler dağılmış vaziyette, dikkatin ne olduğunu bilmek için psikoloji okumuş olmak gerekir. Adam bakıyor, sanki görüyor ama aslında görmüyor... Hiçbir şeye dikkat edemiyor. Hafıza derseniz son derece silik ve dağınık.
Adamcağız bendenize "Şevki Bey, yazılarınızı yirmi yıldan beri takip ediyorum..." diyor. Sen yirmi yıl yazımı oku ve ismimin Şevket olduğunu bilme, olacak şey değil.
Galata köprüsünden şimdiye kadar binlerce defa geçmiş, geçmiş ama Süleymaniye Camiinin kaç minaresi olduğunu bilmiyor.
Millette merak diye bir şey kalmamış. Atina'ya turistik bir seyahat yapıyor, orada üç tam gün kalıyor ve Benaki Müzesini ziyaret etmiyor. Ya Rabbi bu ne korkunç meraksızlıktır.
İstanbul'un kıyı kenar bir semtinde Piyalepaşa Camii vardır. Mimar Sinan'ın bambaşka bir üslupla inşa ettiği harika bir sanat ve mimarlık eseridir. Türkiye Müslümanları yeteri kadar medeni olsalardı, her gün oraya gruplar halinde gider, seyrederlerdi.
Mimarlık sanatı bakımından değerli ve üstün olan bir camiye, bir binaya, bir köprüye bakmanın onu doya doya, derin derin seyretmenin stres giderici, şifa verici bir tesiri olduğunu duymuş muydunuz? Böyle bir şifa herkese nasip olmaz. Değerini bilerek, anlayarak, idrak ederek seyredeceksiniz; bakışlarınız size zevk ve haz kazandıracak.
Bundan on beş sene kadar önce Dolmabahçe Sarayında bir tarihî hilyeler sergisi açılmıştı. Serginin tertipçisi Turgay Bey, üzüntülü ve şikâyetçiydi, "Müslüman kesimin kodamanlarından, üst tabakasından, güçlülerinden hiç kimse gelmedi" diyordu.
Çirkin bir bina insanın içini karartır, biz bunun da farkında değiliz.
İçindeki bilgiler faydalı, güzel bir kitap düşününüz. Kağıdı sanatlı bir kağıt, hurufat karakteri o da sanatlı, cildi bir harika, yan kağıdı nefis bir ebru, insan bu kitabı okurken hem muhteva (içerik) hem şekil dolayısıyla birkaç çeşit zevk duyar. Avrupa'da kitapseverler için böyle lüks ve orijinal baskılar yapılıyor, numaralanıp meraklılarına satılıyor. Bizde merak yok ki, böyle kitap basılsın, satılsın...
Hafızasızlık niçin bu kadar yaygın?
1. Harama çok bakılıyor, harama bakmak hafızasızlığa yol açar.
2. Çok haram yeniyor.
3. Toplum "şifahî toplum" oldu. İnsanlar unutmamak için bazı bilgileri defterlere yazmıyor. Medenî toplumlar aynı zamanda yazılı toplumdur. Yazılması gereken şeyi yazarlar, not ederler.
Dikkat, merak ve hafıza eğitimle güçlendirilir ve geliştirilir. Bizde böyle bir eğitim yok.
Türkçenin arı, duru, sade suya tirit, öz, yozlaşmış, erozyona uğramış bir dil haline gelmesi, kültürümüze, bu arada dikkatimize, merakımıza, hafızamıza büyük zararlar verdi.
Ali Emirî Efendi miydi acaba, kudemadan bir zatın Osmanlı edebiyatından 10 bin beyti ezbere bildiğini okumuş veya duymuştum.
1950'li yıllarda gazetelerde köşe yazısı kaleme alan eski muharrirler, fıkralarını (o tarihlerde köşe yazısına fıkra denirdi) divan edebiyatından seçilmiş beyitler, mısralar, kıt'a veya rubailerle süslerlerdi. Çünkü onların hafızasında böyle yüzlerce beyit, mısra, kıt'a vardı.
Geçen sene bir İmam-Hatip talebesi gördüm, Ziya Paşa'nın terkib-i bend ve terci-i bendini ezberlemişti. Bu öğrencinin bir ikincisinin çıkacağını hiç sanmam.
Müslümanlar bu konularda nasıl eğitilebilir?
Dikkat, merak, hafıza melekelerini geliştirmek mümkündür. Bunun için gerçekten ehliyetli ve uzman öğretmenler ve üstadlardan ders almak gerekir.
On genç bulacaksınız, bir minibüse bineceksiniz, İstanbul'un tarihî suriçi bölgesini gezip dolaşacaksınız. Ana caddeleri değil, ara sokakları, kenar semtleri... Fener'e gideceksiniz, Gül Camiini gösterip anlatacaksınız... Ayvansaray'a gideceksiniz, Hazret-i Cabir Camiini... İstanbul hazinelerle doludur da haberimiz yok... Sultanahmet Camiini bilmeyenimiz yoktur. O anıt bina hakkında ne biliyoruz? Bilinmesi gerekenlerin binde birini biliyoruz. O ulu camii, uzman bir üstad nezaretinde gezilecek, on gençten üçünde istidat yoksa, ikinci geziye onları almayacaksınız.
İslam dini bir kitap ve yazı medeniyeti doğurmuştur. Bizim on kişilik kafilenin kütüphanelere, mücellitlere, hattatlara gidip bilgi alması, aydınlanması gerekir. Aherli kâğıt nedir, kaç çeşit hat vardır, yan kâğıdı ne demektir, makta ne demektir, mikleb ne demektir? Kültürlü Müslüman bunları hep bilecektir. Efendim ben tıpta okuyorum, bunlar bana lazım değil, diyenin aklına şaşarım. Öylesi odun gibi doktor olur. Doktor olacaksan Süheyl Ünver gibi olacaksın. Rahmetli hezarfendi, on parmağında on hüner vardı.
Gençlere çok rica ediyorum: Meraklı olsunlar, dikkatli olsunlar, güçlü bir hafızaya sahip olsunlar.