‘Keçiler duâ etmezse, şu dağlarda bir ot bitmez’
Önce çevre dostu, ama ‘tahsil görmemiş’ iki hanımın ‘uzman’lara şapka çıkartacak tesbitlerine, sonra da MÜSİAD adına ‘tarım raporu’ hazırlayan iki uzmanın görüşlerine yer vermek icap etti. Rize’nin Çayeli ilçesinde, Karadeniz’deki diğer vadilere nisbetle ‘daha az meşhur olan’ bir vadi var: Senoz Vadisi. Bu vadi, son yıllarda yapılan HES yatırımları dolayısıyla gündeme geldi. Vadide yürütülen çalışmaların muhtemel zararları yeni yeni tartışılıyor. Bölgedeki bazı HES’ler elektrik üretimine başlarken, bazılarının da yapımı devam ediyor.
HES’ler başta olmak üzere karşı karşıya olduğumuz çevre problemleriyle ilgili olarak Senozlu İlmiye Akçal (80 yaşında) ile Toroslarda yaşayan ve Anadolu’nun son göçerleri sayılan Sarıkeçililerin temsilcisi Pervin Sarvan’ın söyleyecekleri varmış.
Radikal’de yayınlanan röportajda Pervin Savran özetle şunları söylemiş: “Artık bilerek ve düşünerek karar vermiyor insanlar. Sanki başka bir dünyada yaşayan birileri bu dünya için kararları veriyor gibi. Bizim için bu dünyada her mahlûkat ötekinin rızkıdır. Keçiler duâ etmezse, şu dağlarda bir ot bitmez. Otlar duâ etmezse, gökten bir tek damla yağmur düşmez. O yüzden tüm canlılar bizim için birdir. Keçim neyse oğlum da odur, dağ da odur, su da odur. (Biz) Göçerken bir taşı bile yerinden oynatmamaya, doğaya zarar vermemeye dikkat ediyoruz. Böyle giderse dağda değil keçilere içirecek, biz bile içecek su bulamayacağız. Mazlûmun ahı mutlaka çıkar. Güçlü gördüğümüz insanların sonu da yakındır. Mazlûmların içinde sadece insanlar değil, doğadaki tüm canlıların ahı var. Kurdun kuşun, böceğin âhı var. Güçlü sandığımız, güçlü gördüğümüz saltanatları yıkacak başka güçler de var. Bir kere her şeyden önce Yaratan var. Anadolu insanı akıllıdır. Sabredip görmek lâzım.”
İlmiye Akçal da şöyle konuşmuş: “Zamane insanlarının cahilliği bizi bir araya getirdi. ‘Ben yiyeyim sen yeme, ben varım sen yoksun’ diyenler bizi bir araya getirdi. Canımız acıyor. Hatta bizim şu anda ölmüşlerimizin bile canı acıyor mezarda. Eskiden hiç çarşıya gitmezdik, bir şey almaya. HES inşaatlarıyla gelen para bu dayanışmayı birlikteliği de parçaladı. Hem toprağımızdan hem komşumuzdan olduk. Bu işleri okumuşlar yapıyor. Diyorlar ki biz iyi biliyoruz. Benim okumam yok. Niye yapıyorsunuz yapmayın dediğimde bana ‘cahil’ dediler. Bunlarda utanma da yok, terbiye de.” (Görüşen: Yücel Sönmez, Radikal, 24 Kasım 2010)
Şimdi de MÜSİAD’ın yayınladığı tarım raporuna emeği geçen Ahmet Akyüz ve Halim Aydın’ın tesbitlerine kulak verelim: “Türkiye’de en önemli sorun ‘Ölçek ekonomisi’ yani arazilerin parçalı olması. Antalya’da üretici 30 bin ton domates üretirken Kütahya-Hisar ilçesinde bu miktar 4 tona düşüyor. Bu durumda rekabet mümkün mü? Hisar domatesinin değerini de anlatacak birileri yoksa seraya, hibrite başlarsınız. Hem biyolojik çeşitliliğinizi öldürmüş olursunuz. Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğini koruması gerekir! İspir Çayı’nın yetiştirdiği fasulyenin tadı hiçbir yerde yoktur. Ancak çay boşa akar, fasulyenin de değerini kimse bilmez. Nitelikli su kaynaklarının nitelikli kullanımı diye bir anlayış yok bizde. ‘Bu su fasulyeyi lezzetlendiriyorsa orayı fonksiyonel gıda vadisi ilân edelim’ gibi bir anlayış da yok. Türkiye’de yaklaşık 4 bin endemik bitki, 7 bin çeşit tohum var. Avrupa’da ise yaklaşık 3 bin çeşit bitki var. Avrupa fonksiyonel tarımda potansiyel olarak Türkiye’nin gerisindedir. Ancak Türkiye potansiyelini ortaya koyamamaktadır. Meselâ dışardan Türkiye’ye 2 milyar dolar endemik bitki talebi vardır, ancak bunu Türkiye karşılayamamaktadır. Geleceğin tarımda olduğunu göremedik. Türkiye’nin tarım problemlerini aşabilmesi için bilinçli profesyonel tarım işletmelerine ihtiyacı vardır. Arazi zengini olan devlet, meralarını bir an önce ıslâh etmeli ve yem bitkisi yetiştirecek yerler haline getirmeli.”
MÜSİAD’ın tarım raporuna imza atanlardan Ahmet Akyüz’ün HES’ler konusundaki tesbiti de dikkat çekici: “Suların kullanılması konusunda bakanlıklar arasında koordinasyonsuzluk olduğunu gördük. Kayseri’nin Yamula Mahallesine özgün patlıcan çeşidi vardır. Kızılırmak’ın suyuyla beslenen Yamula Patlıcanı daha sonra baraj kurulmasıyla beraber özelliğini yitirmeye ve patlamaya başlamış. Borularla gelen suyun ısısı değişmiş ve mineralleri taşıyamaz hal almış. Su dinlenince bütün mineraller çöküyor, dupduru su geliyor. İnsanlar su temiz diye seviniyor, ancak bitki mineral istiyor. HES’ler sonrası biyolojik olarak tabiatın etkileneceği kesin, bekleyip görmek, iyi takip etmek gerek.” (Görüşen: Hasan Hüseyin Kemal, Yeni Asya, 20 Aralık 2010)
Özetlersek: Dünyada sadece ‘insan’lar yaşamıyor, projeler sadece insanlar düşünülerek yapılmasın. İspir’in fasulyesi, Kayseri’nin patlıcanı yok olmasın. Tohum ve bitki çeşidi noktasındaki imkânımızı avantaja çevirelim. Çevreyi, suyu, toprağı, diğer mahlûkatla birlikte paylaşalım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.