Kol kırılır ama yen içinde kalmaz!
Hani, “sakınılan göze çöp batar”mış ya, aynen öyle oldu... Vakit’e yönelik öyle “komplo”lar kuruldu, öyle “tezgâh”lar işletildi, öyle “suçlama”lar yapıldı ve öyle “yargısız infaz” teşebbüslerinde bulunuldu ki; Allah’ın izniyle, hepsinden de “yüzümüzün akıyla” çıktık... çünkü, her zaman söylediğimiz gibi, “çiğ” yememiştik ki, karnımız ağrısın!.. “Yara”mız yoktu ki, gocunalım... “Baskın”lar yapıldı, “gözaltı”lar yaşadık, “saldırı”lara maruz kaldık, ama hepsini göğüsledik... çünkü “yamuğumuz” yoktu, çünkü “alnımız açık, başımız dik”ti... Kendimizden “emin”dik... Ne yaptığımızı veya ne yapmadığımızı biliyorduk... Dolayısıyla, bizim için dikilen “elbise” hiçbir zaman bize uymadı, üzerimize oturmadı.
Biliyorsunuz... Yayın hayatımıza atıldığımız daha ilk günlerde, kapımızın önüne “el bombası” bırakıldı... Sonra “kaleşnikof” marka silahla binamıza ateş edildi... “Tehdit telefonları” aldık... “Otomobil”lerimiz saldırıya uğradı, kapıları kanırtılarak kırıldı!.. Merkez binamız, adeta “terör üssü” basılır gibi; “iki panzer” ve “keskin nişancılar” eşliğinde “400 polis” tarafından basıldı... “Mafya bozuntusu” kişilerin mesnetsiz suçlamaları yüzünden “gözaltı”lar yaşadık... “Saldırı”lar o boyutlara ulaştı ki; “Bir general”in zorlamasıyla “PKK ile işbirliği” içinde olmakla itham edildik!.. Son olarak, “Danıştay cinayeti”ne bulaştırılmak istendik!..
Hayır, hiçbiri tutmadı.
Hepsine göğüs gerdik.
Sürekli dediğimiz gibi;
“Alnımız açık; başımız dik”ti!..
“çiğ” yememiştik ki, karnımız ağrısın!..
“Yara”mız yoktu ki, gocunalım!..
öLçüMüZ BELLİ, TAVRIMIZ NET!
Ama, bu son olay... “çirkin bir tezgâh” ve “iğrenç bir komplo” olmasını yürekten dilediğimiz bu son olay; açık ve net söyleyelim, boynumuzu büktü!..
Her ne kadar;
“Fasıklardan gelen haberlere, araştırmadan inanmama” konusundaki hassasiyetimiz devam ediyor olsa da; “söylenen” ve “yazılan”ların milyonda biri bile doğru olsa; böyle bir olayı sahiplenmemiz ve savunmamız, hele hele onaylamamız hiç mümkün değil!..
Bu olay, elbette açıklığa kavuşacak!..
Son kararı elbette mahkeme verecek!..
“Karar” verildiği ve “suç” sabit görüldüğünde, bilesiniz ki tavrımız; dün de yazdığımız gibi, “Hazreti Peygamber’in tavrı”ndan hiç farklı olmayacaktır...
Dün de ifade etmiştik ya;
Bir “hırsızlık” olayında “güçlü” ve “itibarı yüksek” bir kabileye mensup bir kadının “kolunun kesilmesine” karar verilince, “kadını kurtarmak” isteyen güçlü, itibarlı ve nüfuzlu kabile mensupları, Peygamber Efendimiz (sav)’e gelirler...
Gelenlere, Peygamber Efendimiz (sav)’in verdiği cevap, tarihi niteliktedir.
“Nefsi kudret elinde olan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki; hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, yine elini keserim!”
ölçümüz budur!..
Tavrımız da farklı olmayacaktır!..
SUç KESİNLEŞİNCE GEREĞİ YAPILIR!
Eğip-bükmeden, kıvırmadan, açık ve net söyleyelim:
Şu anda, “kartelin yazdıklarına” değil, “Hüseyin üzmez’in söylediklerine” inanmak durumundayız.
Malûm;
Cumartesi günü akşam saatlerinde tutuklanan Hüseyin üzmez, kendisini görüntülemek isteyen gazetecilere “Olayın ne olduğunu mahkeme bittiğinde göreceksiniz... Mahkeme sırasında konuşmak yanlış!.. Ondan sona hesaplaşacağız. Bu büyük bir komplodur” demişti.
Şimdilik, bu “komplo”nun ne olduğunu, “kimler tarafından” ve “ne maksatla” düzenlendiğini, “birinci ağız”dan dinlemek durumundayız!..
Ancak “komplo” iddiaları “inandırıcı” olmaz ve hele de “sarkıntılık suçunun işlendiği” kesinlik kazanırsa; bilesiniz ki, “Hüseyin üzmez” ismi, bizim için “tarih” olur!..
çünkü bizim için;
“Kişi”ler değil, “kurum”lar önemlidir!..
Bir kişinin “suç” işlediği kesinlik kazanırsa, “sepetteki çürük elma”nın ayıklandığı gibi, onu da ayıklar ve “çürüğün sepete sirayet etmesi”ni önleriz!..
Ama, dediğimiz gibi;
“Suç kesinleşince!”
çünkü bizim inancımızda ve uluslararası hukukta kural, şudur: “Suçu sabit görülünceye kadar herkes masumdur!”
Hüseyin üzmez’in de; “suçlu” mu, yoksa “masum” mu olduğunu, herhalde pek yakında öğreneceğiz!..
Ancak, hani, “şuyuu, vukuundan beter” derler ya, olayla ilgili “şayia”lar bile mide bulandırmaya yeter!..
İşte bu yüzden, çok fazla konuşamıyoruz!.. çünkü olayda, “tezgâh içinde tezgâh”lar var!.. Merak ediyorum; Hüseyin üzmez’in “suçlu” olduğuna dair polisin elinde bilgiler varsa; niye “suçüstü” yapılmadı da, “park”ta gözaltına alındı?.. Olayın takibi, niye “Mudanya polisi”ne yaptırılmadı da, operasyonu, bizzat “Bursa polisi” yürüttü?.. İfadeler, niye “olay yeri”nde, yani Mudanya Polisi’nde alınmadı da, Bursa Emniyeti’nde alındı?.. “İlk sorgu” Bursa Emniyeti’nde yapılırken, “savcılık soruşturması” için niye Mudanya Adliyesi’ne gelindi?..
Dedim ya;
Karmakarışık bir olay!..
ASIL HEDEF VAKİT Mİ?
Tabiî, tüm bu karmaşa, “Hüseyin üzmez’in yüzde yüz masum olduğunu” göstermeye yetmiyor!..
“Ateş olmayan yerden duman tütmez” misali, Hüseyin üzmez; bilerek veya bilmeyerek, bu “ateş”in içine düşmüş!..
Ateşin içine kendisi mi atladı, yoksa birisi veya birileri mi itekledi, şimdilik orası meçhul!..
Ancak, meçhul olmayan bir şey var:
Hüseyin üzmez üzerinden Vakit’e, Vakit üzerinden “Müslüman”lara çamur atmak için pusuda bekleyen “karteloz”ların eline çok büyük bir fırsat verildi!..
Görüyorsunuz;
Kartel gazeteleri ve televizyonları, bu olayı verirken “Hüseyin üzmez” isminden ziyade, “Vakit gazetesi yazarı” ifadesine özellikle vurgu yapıyor!.. Yanına da, “Dinci!.. Şeriatçı!..” ifadesini ekliyorlar ki, “psikolojik linç” tam olsun!..
Haberlere bakınca, görüyoruz ki;
Hüseyin üzmez’den ziyade, sanki “Vakit’e linç” uyguluyorlar!.. Bu “karın ağrıları”nın sebebini biz çok iyi biliyoruz!..
Biliyoruz ki, bu “medya”;
“Oğlunun evinden bir kadınla çıkarken” görüntülenen Kamer Genç’in, “Evdeki çiçekleri suladım” bahanesine!.. Manken çağla Şikel’in, meslektaşı Şenol İpek’e çektiği “Tostumu yedim, bekliyorum!” şeklindeki SMS mesajına!.. Kadir İnanır’ın, oyuncu Buket Saygı’yı cep telefonu ile taciz ettiği ortaya çıkınca “Onu motive ediyordum” bahanesine ve daha nicelerine “hoşgörü” gösterir!..
Hayır, “Hüseyin üzmez’e niye anlayış göstermiyorsunuz?” demiyorum... çünkü, “Müslüman” birinin, yukarıda saydığım haltları işlemeye hakkı yok!..
Bırakın hakkı olmamasını, “iddialara konu olması” bile çok!..
BİZ ONLARI DA çOK İYİ BİLİRİZ!..
En çok neye kızıyorum, biliyor musunuz; Hüseyin üzmez gibi birinin, “bunların ağızlarına sakız” olmasına kızıyorum!..
Bunların nicelerini tanırım ki, “kendi eşleri” evlerini terkedip, başka erkeklerle günlerce “karı koca hayatı” yaşamış, argo tabiriyle, “kocalarını boynuzlamışlar”dır!..
İşte bu gibi “midesi geniş” adamların, kalkıp da “Müslümanlar” hakkında ahkâm kesmesi ve hele hele “Bunların hepsi böyledir!” deyip “genelleme” yapmaya yeltenmesi, doğrusu çok gücüme gitti!..
Bunlara maalesef Hüseyin üzmez yol açtı... Onlara bu fırsatı verdi!.. Bu “boynuzlu”ların eline “koz” verdi ya, isyanım buna!..
Kendileri “hayvanlar gibi özgür” yaşamak için “zina”nın serbest bırakılmasını isterler!..
Gece, “bir kadınla beraber” olduklarını arkadaşlarına göstermek için; “yatak odası”ndan “yayın kurulu odası”na “bornoz”la inerler!..
Eşlerinin haberi olmadığı “garsoniyer”lerinden gelip-geçen “metres”lerin haddi-hesabı yoktur!..
Artık, “kadın”lardan bıktıkları için, “çocuk yaştaki kızları” seçip “yatağa atmak” maksadıyla “Lolita” yarışmaları düzenlerler!..
“Irzına geçtikleri kızlar”ın ağabeyleri tarafından fena halde dövülüp; bunu “asansör kazası” diye yutturanları da biliriz biz!..
“Karısını aldattığı” yetmiyormuş gibi, “beraber olduğu kadının memesini tokatlayan sadistler” de, hâlâ “ekran”larda arz-ı endam etmektedir!..
Daha nice rezillik!..
Ama, hiçbiri; baştan aşağı “rezillik, pespayelik, kokuşmuşluk” dolu bu ilişkileri, “Laikçi yaşam tarzı” olarak görmez, göstermezler!.. Göstermeye kalkanın üzerine de; “Bu, kişinin özel yaşamıdır, size ne?” diye yüklenip, anında “örtbas” yoluna giderler!..
Bilirler ki, eğer bunlar deşelenir ve deşifre edilirse, “kendilerini terkedip, başka erkeklerle yaşayan kendi kadınları” da gelir gündeme!.. O zaman da, “laikçi, ilerici, çağdaş yaşam biçimi”nin ne kadar “rezil” ve “kokuşmuş” olduğu çıkar ortaya!..
İşte bu “açığa çıkmasın” diye derhal “omerta kuralı”nı uygulamaya koyarlar!.. Malûm, bu kural “mafya içinde” geçerlidir!.. Kısacası, “konuşanı susturma” metodudur bu!.. Herhalde sizlerin de dikkatinizi çekmiş olmalıdır!.. Kim ki, “laikçilerin yaşam biçimi”ni sorgulamış, kim ki “aldatılan kadınların mağduriyeti”ni deşifre etmeye kalkışmış, anında “omerta kuralı” girmiştir devreye!..
Ama bizde “susmak” yok, “susturmak” yok!.. “Hata”yı kim yaparsa yapsın, “suç”u kim işlerse işlesin, hiç affetmez, gereğini yaparız!..
Bunu yapacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!..
Bunu yapacağımızı bile bile, hâlâ “Vakit’e linç” uygulamaya yeltenenlere, sadece ve sadece “yuh” diyoruz!..
Yuh size!.. Ervahınıza yuh!..
Bizi, “kendiniz” gibi mi sandınız?!?..
Bilesiniz ki;
Bizde, “kol kırılır, yen içinde kalır” örtbasçılığı yoktur!..
Biz; gereği neyse, onu yaparız!..
-----------
ömür boyu genel başkan!
O kadar olduğunu sanmıyordum... Ancak, “Baykal’ın 10. defa Genel Başkan olduğunu” öğrenince, “oldu olacak” dedim, “son nefesine kadar genel başkan” deyin de, bir daha ne “kurultay” yapılsın, ne de “seçim!”
öyle ya, “şartlar” ona göre ayarlanmış!.. “Delegeler” Baykal’a oy vermek üzere programlanmış!.. “Aday olmak için 253 imza” şartı getiren “tüzük” Baykal’a göre yazılmış!..
Sizin anlayacağınız, “Bütün yollar Roma’ya çıkar” misali; CHP’de bütün yollar “Baykal’ın genel başkanlığı”na çıkıyor!..
İşte buna “demokrasi” diyorlar ya, ona gülüyorum!.. Güya “Cumhuriyet” gelince “kul”luk bitmiş, “vatandaş”lık başlamıştı!.. “Padişahlık” gitmiş, “Halk idaresi” gelmişti!.. Ama görüyorsunuz işte; Baykal kadar “saltanat” süren padişahların sayısı, iki elin parmaklarını geçmez!.. çoğu, ölmeden önce veda etmiştir koltuğa!..
Baykal ise, “ömür boyu genel başkan” olmakta kararlı!..
Ama, partisinin adı “Cumhuriyet!”... Yerseniz!..