İlim Ve Özgür Ortam
Eğer alimler ve mütefekkirler arası fikir çarpışmalarından bir hakikat doğmasını, insanlığa bir hayır, bir fayda gelmesini arzu ediyorsak, bunun iki yoluna dikkat etmeliyiz.
Birincisi, özgür bir ortam. İnanç, düşünce ve ifade hürriyetine değer verme ve koruma.
Bu noktada İslâm’ın bir yasaklaması yoktur. Aksine o, insanı düşünmeye, tefekküre, tedebbüre çağırır. İctihadı teşvik eder. Bunlara sevaplar, mükafatlar vâdeder.
Bu yüzden, bizim gibi düşünmeyenlere karşı saldırganlığa, onları kafir, zındık, fasık, sapık ilan etmeğe gerek yoktur. Muhatap yanlış düşünebilir, yanlış yapabilir. Bundan korkmamak lazımdır. Çünkü, yanlışlar eninde sonunda anlaşılır ve doğrunun doğruluğunu kanıtlayan bir belgeye dönüşür. Doğrular daha bir takdir edilir, değer kazanır, güçlenir.
İkincisi ilim.
Bir düşünceyi savunan insanlar, kendi düşünceleri kadar, muhataplarının düşüncelerini de bilmeğe, anlamağa çalışmalıdırlar. Eğer böyle olursa, taraflar birbirini anlayacak, tanıyacak, belki yeni terkiplere, sentezlere ulaşarak faydalanacak, en azından hoşgörü ile karşılayacaklardır.
Bu ise sevginin, saygının, birliğin, dayanışma içinde gelişme ve kalkınmanın dinamiğidir.
Eğer insanlar gerek kendilerinin, gerekse muhâliflerinin düşüncelerini yeterince bilmeden, tanımadan tartışıyorlarsa, bunun sonucu taassuptur, aşırılıktır, hatta kavgadır, düşmanlıktır. Bu da bir toplum için en büyük felakettir.
Bütün bunlardan sonra şunu söyleyebiliriz; İslâm, selefî, kelamî ve sufî düşüncenin bir bütünüdür. Bunlardan birinin, “İslâm, yalnız benim anladığımdır” demesi ve diğerlerini reddetmesi yanlıştır.
Bu üç düşüncenin barış içinde olması da mümkündür. Zaten tarih içinde her zaman radikallerden daha çok bulunmuş olan mûtedillerin yaptığı da budur.
Afîfî’nin de dediği gibi, din meselelerinin anlaşılmasında veya yorumlanmasında kitap ve sünnete dayandığı ve nassı dilin ve örfün sınırlarından çıkarmadığı sürece, doğru ve yalan gibi kesin hüküm vermemeliyiz. Yapılması gereken asgarî şey, bu yorumların tehlikeli ve zayıf, veya anlam derinliği ve tutarlılığı olduğuna dair nitelemelerde bulunmaktadır.
Sözün özü, ilmî görüş ayrılığı anlamında ihtilaftan korkmamalı ama cehâlet ve taassuptan korkmalıyız. Birbirimizi anlamaya çalışmalıyız. Birbirimizi, körü körüne itham etmemeli, ortaya delil koymalı ve ikna etmeliyiz. Düşüncemizi ifade üslubumuzu da İslâm’ın istediği güzelliğe erdirmeliyiz.
Kuşkusuz bu usulden gitmekle birçok güzelliklere ve yararlılıklara erişeceğiz. Bunun asgarîsi, birbirimizi sevmek ve saymaktır, birlik ve dirliktir.
Buna her zaman muhtacız.