Ben gerçekleri söyleyeyim de...

Ben gerçekleri söyleyeyim de...

Dün, sınır ötesi harekatın ilk dilimi (yahut ilk bölümü) gerçekleşti ve güvenlik güçlerimiz Kuzey Irak’ta ‘varlığı saptanmış’ teröristlere karşı ciddi bir ‘imha operasyonu’na girişti.

Kötü gazeteci cümleleriyle, olup bitenlerin özeti böyle...

Benim dikkatimi, daha çok, Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklama çekti.

Özellikle, açıklamada kullanılan dil...

Öyle bir açıklama ki, operasyon hakkında bilgi vermiyor da, adeta ‘Vuralım, kıralım, Kerkük’ten girip Musul’dan çıkalım, hazır girmişken Barzani ve Talabani’yi de ayıklayalım; karşımıza Amerika çıkarsa onları da tepeleyelim’ diyenleri cevaplıyor...

Ertuğrul Özkök üzülmüştür... ‘Musul ve Kerkük’ü alalım konsorsiyumu’ da üzülmüştür.

Rahmetli İdris Küçükömer’in ‘onlar’ diye tanımladığı ‘erk sahipleri’ de üzülmüştür mutlaka...

Kim ne derse desin, güzel bir açıklamaydı.

Zımnen, Kuzey Irak’taki oluşumu gören (dolayısıyla kabullenen) ama muhatap almayan ve amacın sadece teröristlere karşı lokal operasyonlar olduğunu, başka türlü anlaşılmaması gerektiğini bildiren bir açıklama...

Tabii konu, dönüp dolaşıp, şimdilik görmediğimiz ve muhatap almadığımız oluşuma geliyor.

Böyle olmayabilir miydi?

Türkiye, vaktiyle inisiyatif koyup, Kuzey Irak’taki ‘oldu-bitti’yi kendi lehine çevirebilir, bölgede etkin bir güç haline gelebilir miydi?

Mümkündü...

Şahinlerimiz ve Turgut Özal’ı ‘dış politika dengelerini taviz üzerine kurmuş atak bir siyasetçi’ olarak değerlendiren elit bürokrasimiz kazanmamış, dolayısıyla siyasetin canına okumamış olsalardı, mümkündü.

Amansız bir tezkereci ve Amerikancı olan, iç politikanın manivelasına hizmet edeceği için birdenbire ‘anti-Amerikancı’ kesilen Özkök refikimiz daha iyi bilecektir:

Rahmetli Özal’ın yürüttüğü, kimilerine göre ‘şahsi ve hususi politikalar’ sayesinde Ankara vaktiyle (güçlü olarak) denklemin içindeydi, ama şimdi esamisi bile okunmuyor.

Daha önce de yazmıştım:

Özal döneminde Ankara’dan izinsiz bir köyden bir köye gidemeyen Kuzey Irak’lı liderler, Türk şahinleri galebe çalınca, Washington’larda, Londra’larda, Brüksel’lerde istikbaldeki devletlerinin pazarlığını yapmaya başladılar.

Biz ise, o sırada, gelecekte başımızı ağrıtması muhtemel sorunlara çözüm üretecek kurumu, yani siyaset kurumunu tasfiye etmekle meşguldük.

Özkök’ün ve ‘Hadi Kuzey Irak’ı alalım, Kerkük’ten girip Musul’dan çıkalım konsorsiyumu’nun çıkışını da bu bağlamda değerlendirmek lazım:

İnisiyatifi siyaset kurumunun elinden almak...

Hoşumuza gitmese de, Kuzey Irak’ta bir ‘devletimsi’ kuruldu.

Anayasası var.

Ordusu var.

Polisi var.

Üniversitesi var.

Merkez Bankası var.

Gazetelerden okuyoruz, bir ‘Tatilya’sı bile var.

Dört yılda bir de seçim yapılıyor.

Şimdilik ‘federatif’ olduğu söyleniyor ama ilan edilmemiş ‘konfederatif’ bir yapı sözkonusu... Bu da, uygun bir konjonktürde ‘bağımsızlık’ talebiyle ortaya çıkacaklarını gösteriyor.

Bu gerçeği görelim.

Görelim ve dış siyasetimizi ona göre kurgulayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi