Kahire yap-boz'u
Dünya medyası, doğal olarak, Mısır'la yatıp Mısır'la kalkıyor.
Yorumlar, öngörüler, sorular, kimi yemli kimi yemsiz denize atılan oltalar... Ne ararsanız var.
Ben özellikle Arap medyasındaki yankılara yoğunlaştım. Ve üç tespitten çok etkilendim.
Biri, "Mumya sargılarını çözmeye başladı" diyordu. Mumya elbette Mısır. Sargılar ise hakları, özgürlükleri kim bilir ne zamandan beri sıkı sıkıya boğan zincirler.
İkinci gözlem de şöyleydi: "Mısırlılar ülkelerini 'Um el-dunya' diye tanımlıyorlar. Yani 'Dünyanın anası'. Öyle bir ana ki, her şey ondan doğuyor, her şey ona dönüyor..."
Ve üçüncüsü: "Araplar için Mısır geleceklerini gördükleri bir kristal küredir."
Ama keşke o kristal kürede önce Mısır'ın geleceğini görebilsek...
Çünkü Tahrir Meydanı'ndaki demokrasi şölenine, "Karanlığı yırttık" coşkusuna rağmen kuşkularım devam ediyor. Hem de artarak, yoğunlaşarak.
Meramımı anlatabilmek için filmi 48 saat kadar önceye saralım:
Perşembe gecesi Hüsnü Mübarek halka son seslenişinde ne demişti? Buyurun: "Yetkilerimin büyük bölümünü Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman'a devrettim."
Ertesi gece, Mübarek'in görevi bırakıp Kahire'yi terk etmesinin ardından Ömer Süleyman sonucu nasıl açıklamıştı? Onu da buyurun: "Mübarek görevi bırakmaya ve yetkilerini Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi'ne devretmeye karar verdi."
Nereden bakarsanız bakın, Mısır Anayasası'nı açıkça çiğneyen, zerrece meşruiyeti olmayan bir karar. Ya da oldu-bitti.
Anayasa'ya göre Mübarek'in sadece iki seçeneği vardı:
Yetkilerinin önemli bir bölümünü Başkan Yardımcısı Süleyman'a devredip sadece simgesel yani temsili Devlet Başkanı olarak kalmak.
Yetkilerini tümüyle Meclis Başkanı'na devredip istifa etmek.
Zira, Mısır Anayasası'nın 84'üncü maddesi, Devlet Başkanlığı makamı boşaldığında ya da Devlet Başkanı iş görme yeteneğini kalıcı olarak yitirdiğinde bu görevi ve yetkileri Halk Meclisi Başkanı'nın üstlenmesini öngörüyor. Meclis lağvedilmişse görev ve yetkiler Anayasa Mahkemesi Başkanı'na geçiyor.
Ama bir koşulla: Ne Meclis Başkanı, ne de Anayasa Mahkemesi Başkanı, başkanlık seçiminde aday olamaz.
Mübarek'in Anayasa'nın bu açık hükmüne rağmen yetkilerini Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi gibi sadece ülkenin savunma politikalarının belirlenmesinde yetkili bir kuruma devretmesi, üstelik "Doğal Başkan"ı olduğu söz konusu Konsey'in istifasından önceki son toplantısına katıl(a)maması, Reis'in ya çekilmeye zorlandığı ya da bir oldubitti ile karşı karşıya bırakıldığı sonucunu doğuruyor.
Bu "İstifa"dan sonra ise ikisi de asker kökenli olmasına rağmen Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman'ın da, Başbakan Ahmet Şefik'in de yer almadığı Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi ülkeyi bildirilerle yönetmeye başlıyor:
"Yüksek Konsey'in 1 no'lu bildirisi..."
"Yüksek Konsey'in 2 no'lu bildirisi..."
"Yüksek Konsey'in 3 no'lu bildirisi..."
Şimdilik oradalar. Yani henüz üç bildiri yayınladılar.
Mısır'a Türkiye'nin model olup olamayacağı tartışmaları, zihin egzersizleri iyice yoğunlaştı.
Türkiye modelse ya da model olacaksa, o zaman Mısır'ın henüz bizim yakın geçmişimizin bir yerlerinde olduğunu düşünebilir ve sorabiliriz:
Kahire'de kadife darbe 27 Mayıs 1960'a mı benzeyecek, 12 Mart 1971'e mi, 12 Eylül 1980'e mi?
Yoksa hepsinin de üstü çizilip Pakistan usulü bir darbeyle mi karşı karşıya kalacağız?
Doğru yanıtı bulabilmek ya da öğrenebilmek için herhalde bir süre beklememiz gerekecek.
Dileriz, bu seçeneklerin hepsi yanlış olur. Dileriz, Mısır Ordusu'nun komuta kademesinin "Durumdan vazife çıkarması", sadece ülkeyi en kısa zamanda seçime götürmekle sınırlı ve süreli kalır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.