30 yıl önceki CHP ve parti kapatma
Zaman gazetesinin dünkü manşeti, üzerinde sıkı bir muhasebe yapılmasını hak ediyor. Habib Güler'in haberi, 30 yıl öncesi ile bugün arasında bir köprü kuruyor. Konu siyasî parti kapatma davası.
Olay nerdeyse bugünkünün aynı. Farklı olan tek şey CHP'nin tavrı. Millî Selamet Partisi'nin kapatılmasını engellemek için, Meclis'te Siyasî Partiler Kanunu değiştiriliyor. Bir yandan dava devam ediyor; bir yandan da Meclis'teki bütün partiler mutabakat içinde Siyasî Partiler Kanunu'nu değiştiriyor. Böylelikle devam etmekte olan bir dava hakkında kural değişmiş oluyor.
30 yıl öncesinden bugüne ışık tutan bu olayın en önemli tarafı, bugün AK Parti için başsavcının hazırladığı iddianamenin temel dayanağını ortadan kaldırması. İddianamenin dayandığı, en basit hukuk kurallarını, daha doğrusu adil yargılama ilkesini zedeleyen bir muhakeme var. Siyasî partinin "suç odağı" olduğu için kapatılması isteniyor. Suçu insanlar işlediğine ve bunlar bir çatının altında çoğaldığında siyasî parti odak olacağına göre, parti mensuplarının suç işlemesi gerekiyor. Fakat parti mensuplarının eylem ve sözlerinin suç olduğunun ispatlanması gerekmiyor. Savcı sadece gazete kupürlerini yan yana getirerek suç ihdas ediyor. Suçların kesinleşmiş olması gerekmeyince, odağı oluşturan suçlar da hukuk dışı bir yargılamanın keyfiliği içinde belirleniyor.
Otuz yıl önce Millî Selamet Partisi için açılan davada, aynı durum söz konusu olunca Meclis, Siyasî Partiler Kanunu'nun 111. maddesini değiştirerek, "suç isnadlarının kesinleşmiş mahkeme kararlarına dayanması"nı kanuna ekliyor. Hem görülmekte olan bir dava için bu kararı alıyor; hem de adil yargılamayı temin edecek çok önemli bir düzenlemeyi gerçekleştiriyor. 30 yıl önce, bir dava vesilesiyle siyasî partiler hukukuna getirilen bu düzenleme, bugün AB'nin uyduğu Venedik Kriterleri arasında da yer alıyor. 30 yıl önce sağlanan bu kriter, 12 Eylül askerî yönetimi tarafından değiştiriliyor ve parti kapatma cezası, yeniden siyasî bir cezaya dönüşüyor. Şimdi şu soruyu sormalıyız: İleri mi gidiyoruz, yoksa geri mi?
Asıl sorun CHP'de düğümleniyor. 30 yıl önce bu değişikliğe tam kadro destek veren ve o kadronun içinde bugünün ana çekirdeğinin de yer aldığı CHP, şimdi bu keyfilikten siyasî kazanç sağlamaya çalışıyor. Türkiye'yi 30 yıl öncesine götüren kanunî düzenlemeden medet umarak, bükemediği bileği oyun dışı bırakmaya çalışıyor. Hatırlayalım: 30 yıl öncesinin siyasî kimlikleri ve kutuplaşmaları ölümcüldü. Bu ölümcül kamplaşmalara rağmen siyasî partilerin, üzerinde yer aldıkları ortak zemini, siyasî partiler hukukunu elbirliği ile tesviye etmeleri ileri bir davranış değil mi? İdeolojik sertliklerin kaybolduğu bugünün dünyasında, 30 yıl öncesinden de geri gitmek ve orada ayak diremek neyle açıklanabilir?
AK Parti'nin değil, aslında bütünüyle Türkiye'nin üzerine kâbus gibi çöken kapatma davasının, bizi ne kadar geri götürebileceğini, otuz yıl önce aşılmış bu eşikten de geri düşme ihtimali göstermiyor mu? Meclis'te tam dört siyasî parti grubu var. Bu partilerden, toplumun nerdeyse % 85'ini temsil eden üç parti, mahkemelik vaziyette. Bu durum tek başına siyasî partiler demokrasisi ile siyasî partiler düzeni arasında uyumsuzluk olduğunu göstermiyor mu? Bugün AK Parti'ye yönelik kapatma tehdidini, kendisi için büyük bir siyasî başarı olarak gören bir CHP var karşımızda. Aslında CHP, bu yaklaşımı ile kendisinin de üzerine bastığı ortak zemini bir bataklığa dönüştürdüğünün farkında değil. Aynı bataklık AK Parti'yi tehdit ettiği kadar CHP'yi de tehdit etmiyor mu?
Demokrasiyi vesayet altına alan bugünkü tabloyu değiştirmenin basit çaresi, siyasîleşen böylelikle keyfileşen kanun düzenini, adil yargılama ilkesini hayata geçirerek değiştirmek. İddianame adil yargılamaya aykırı. çünkü mahkemeye, suç olması kesinleşmemiş iddialar üzerine hüküm tesis etme keyfiliğini tanıyor. çare, 30 yıl öncesinde kalan düzenlemeye geri dönmek. Türkiye'nin engeli ise hukuk değil. İnsan 30 yıl öncesinin CHP'sini arıyor.