"Nerde Kaldın?" Çağrısı!
Teferruatla uğraşırken asıl'dan uzaklaşmak tehlikeli.
Asıl nedir?
Hz.Peygamber aleyhissalatü vesselamın Allah'tan (c.c.) getirdiği mesajlar.
Yani, kendisinin bize emanet ettiği İlahi vahiy (Kur'an) ve bu vahyin nasıl yaşanacağının tatbikatı (sünnet-i seniyye).
Bu iki emanete odaklanmamız ve hayatımıza yansıtmamız gerekirken, hep uzaklarda dolaşıyoruz.
Teferruat dediğim bu.
İdrak ettiğimiz "Mevlid Kandili" kutlamalarında bir kez daha gördük bunu.
Mevlüt okuduk...
İlahiler söyledik..
Kandil simitleri dağıttık..
Mevlid şerbetleri içtik...
Cep telefonlarıyla bol bol mesaj çektik...
Peygamberimize ağıtlar yaktık...
Medhiyeler düzdük..
Mektuplar yazdık...
"Sen olmasaydın.." repliklerine girdik..
"Nerde kaldın?" çağrıları ettik!
Heyecanlarımızı, duygularımızı, manevi coşkunluğumuzu güzel sesli mevlidhanları dinleyerek tatmin ettik!
Sonra?
Bir "mübarek" geceyi daha ihya ettik, o kadar!?...
Ertesi gün, hiçbir şey olmamış gibi hayatımız devam etti.
Ta ki, yeni bir "mübarek" gün veya gece gelene kadar!
Acaba, İslam bu mu?
Hangisi ayetin emri, hangisi sünnetin gereği?
Hangisi O'nun bize bıraktığı İlahi emanete uygun düşüyor, hiç düşünüyor muyuz?
***
Oysa Hz.Peygamber; din ayrı, dünya ayrı olan böyle bir hayatı değiştirmek üzere gelmişti.
Kur'an'ın indirildiği Kadir gecesi'ni hariç tutarsak, şimdi bizim kutladığımız gibi kutladığı gün ve geceleri yoktu.
Çünkü, O'nun her gün ve gecesi; iman bereketi ve İslam yaşantısıyla doluydu.
Din camide, hayat dışarıda değildi.
O, hayatın her yerinde ve her vaktinde dini yaşamakla, yaşatmakla meşguldü.
O'nun ne Mevlid nağmeleri vardı, ne İlahi besteleri!
Mübarek dilinden dökülenler; sadece Kur'an ayetleriydi..
Ve tabii ki, o ayetleri anlatan güzel hadis-i şerifleri...
Fakirleri doyurmak, yoksulları giydirmek, muhtaçlara yardım etmek için O, gün seçmezdi.
Din markalı özel yiyecekler, içecekler de icat etmedi.
Kendisini aşırı övmekten ümmetini sakındıran ikazlar yapardı hep.
Geçmiş ümmetlerin helakına sebep, onların peygamberlerini kutsallaştırmaları, ilahlaştırmalarıdır, derdi.
Kendisinin de bir kul, bir beşer olduğunu, her fani gibi ömrünü tamamlayacağını ashabına hatırlatırdı.
Vefatından önce Kızı Fatıma'ya dönüp, "Babayın Peygamberliğine güvenme! Ameline dikkat et!" ikazı, aslında ümmetine yapılmış bir ikazdı.
Hıristiyanların Mesih Hz.İsa'yı "kurtarıcı" bilip onu bekledikleri gibi, kendileri bir şey yapmadığı halde Peygamberin şefaatine bel bağlayanları Kur'an ayetiyle uyarıyordu.
Bir gün "Bana şefaat et ya Rasulallah" diyen sahabiyi ikaz etmiş ve "Benden isteme! Ya Rabbi, Peygamberi bana şefaatçi kıl, diyerek Allah'tan iste!" buyurmuştur.
Hz.Peygamber'e hitaben "Nerde kaldın?" beklentilerinden vaz geçip, O'nun bizden beklediklerini yapmaya çalışmamız gerekmez mi?
Bizim Peygamberimize mektup yazmaya değil, asıl O'nun bize bıraktığı mektupları okumaya ve yaşamaya ihitiyacımız var, değil mi?.
***
"Mübarek" diyerek kutladığımız bu gün ve geceler, şayet bize böyle bir şuur kazandıracaksa, bunlar birer vesile kabul edilebilirler.
Ama, dini hayatımızı sadece bu gün ve gecelere hasredip, sair zamanlarda bu manevi atmosferi yaşayamıyor, hayatımızı dine uyduramıyorsak vay halimize!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.