Kamplaşmayalım, sertleşmeyelim
Bundan yaklaşık bir yıl önce "Mürüvvetmend olalım" başlıklı bir yazı yayınlandı bu köşede. Mehmet Baransu'nun Balyoz belgelerini açıklamasından sonra 49 emekli ve muvazzaf subay mahkeme tarafından tutuklanmıştı.
O yazı anlamını kaybetmedi çünkü yargılama usulü, edebi, hatta nezaketi hakkındaydı. Şöyle cümleler vardı: "Darbe zanlılarının bile, usûl hukukunun himâyesi altında, haklarındaki karar kesinleşene kadar şahsiyet ve fikir bütünlüğünü koruyabildikleri bir güvenlik rejimidir hukuk devleti ve biz Türkiye'nin artık böyle bir devlet olmasını arzuluyoruz. Hukuk devletinin egemen olması için mücadele ediyorsak, hukukun nezaket ilkelerine de sonuna kadar riayetkâr davranmak zorundayız. Tek tek her birimiz nasıl şahsen vekar sahibi olduğumuz iddiasında isek, darbe zanlılarının bile, son mahkeme kararına kadar vekar sahibi insanlar olduğuna dair önkabulümüzü kaybetmemeliyiz." diyor ve şöyle devam ediyordu: "Gözaltındaki insanlara peşinen kriminal tip muamelesi revâ görmek âdil değildir; bir hatâ, aynı çapta bir başka hatâ ile ıslah edilemez. Bu meselede usûl, esas kadar, hattâ yer yer esastan daha önemli."
Dileyen arşivde tamamını bulup okuyabilir; o gün ne yazılmışsa bu sütunda, yazarı hâlâ aynı şeyi düşünüyor, "Muzaffer vakt-i fursatta âdûdan intikaam almaz/ Mürüvvet-mend olan nâkâmi-i düşmenle kâm almaz" diyor; "Yargı işini yapsın, biz de kendi işimizi görelim, centilmen olalım, âdil, nâzik ve insaflı olalım. İntikamcılığın ayaküstü lokantasında ucuz nevâlelerle enaniyetimizi avutmayalım; farklı isek farkımız görülsün" diyor.
Mesele hakkında en doğru ve hakkaniyetli yaklaşım tarzı budur; hepimiz öyle düşünmeliyiz, çünkü Türkiye'de bugüne kadar böyle bir dava ilk defa mahkemeye düşüyor. Ordu içinde bir grup üst rütbeli subayın, siyasi iktidardan geçtik, neredeyse bütün toplum aleyhine kurguladığı bir darbe planı var orta yerde. Suçluları yargılayıp cezalandırmak yetmez; mâsumları tez vakitte ayıklayıp itibarlarını iade etmek yetmez; yapılacak her şey sadece yerli değil uluslararası hukukun usul kurallarına uygun cereyan etmeli ki bu sıkıntılı berzahtan yüz akıyla çıkabilelim.
Tarihin böyle zamanlarında darbeye uğrayan kesimden biri olmak, darbeci olmaktan yeğdir; mazlum olmak zalim olmaktan yeğdir. Aldanmış olmak, aldatmış olmaktan yeğdir. Darbecileri hukuka uygun tarzda yargılayamamış bir adalet nizamı, darbenin kendisi kadar utanılması gereken bir nâkıse, bir ayıp olur.
Balyoz iddianamesi dudak uçuklatacak cinsten iddialarla dolu; göz ardı edilemeyecek derecede güçlü deliller taşıyor. Sanıkların hukukunu zedelememek konusunda gösterilmesi gereken itina, gri propaganda ve delilleri değersiz gösterme çabası içinde bulunan basın ve tutuklu yakınlarından da beklenmelidir.
Konuya bir de şöyle bakalım: Eğer Balyoz planlarında kararlaştırılan eylemler yapılmış, darbe başarıya ulaşmış olsaydı, şu anda okumakta olduğunuz yazı, bu yazının yazarı ve bütün çalışanlarıyla birlikte elinizde tuttuğunuz gazete ve benzerleri olmayacaktı, çünkü bu darbe, sadece iktidarı değiştirip hükümete el konulmakla yetinmiyor; darbeciler, toplumda beğenmedikleri kesimleri de darbe ortamı içinde tasfiye etmeyi hesaplamışlar. Ne demektir bu?
Öyle ki, bütün kaba-sabalığına ve nobranlığına rağmen 27 Mayıs'ta (Plan olmaktan çıkıp uygulanan) adımlar bile, Balyoz'dakilerin yanında asliye hukuk davasını ilgilendiren sıradan cürümler gibi kalıyor.
Son söz: Zanlı yakınları ve onları destekleyen basın erbabı, toplumu dava etrafında kamplaşmaya zorlamamalı; hele haziran seçimlerine hiç sirayet ettirmemeli çünkü böyle gerginliklerden nihai tahlilde hükümet kârlı çıkıyor.