Ordu mu yoksa şahıslar mı?
Ordumuzun üst düzey kadrosunu oluşturan 364 general ve amiralden 31'inin tutuklanması ayrıca muvazzaf tutukluların sayısının 106'yı bulması gerçekten üzücü bir durum.
İnşallah hepsi beraat eder, inşallah ordumuz bu tür ithamlardan ebediyen arınmış olur.
Ordumuz subaylarının böylesi ithamlara maruz kalması demokrasi düşüncesinin içselleştirilmesi konusunda da düşündürücü.
Balyozdaki iddiaları okuyunca insan ürperiyor, tüyleri diken diken oluyor.
Senaryo diyorlar ama gerçek isimler üzerinde çalışılıyor. Ülkenin önemli isimlerinin nasıl tutuklanacağı nerelere nasıl götürüleceği tek tek belirtiliyor. Toplanacak yazarlar ve hatta itiraz eden komutanlar hakkında bile somut tedbirler öngörülüyor. Hangi cemaatle, hangi sivil toplum örgütüyle hangi subayın ilgileneceği isim isim belirleniyor sonra da bu bir harp oyunudur deniyor.
Balyozda henüz kimse hakkında kesin hüküm verilmediği için birilerini suçlu ilan etmek gibi bir tavır yanlıştır. Fakat tutuklanacak derecede ağır ithamlara maruz kalanları masumdur diyerek savunmak da yanlıştır. Adı üstünde onlar sanık. Haklarında kesin hüküm verilinceye kadar hukuken suçlu sayılmayacaklar ama dava devam ettiği sürece masum da kabul edilmeyecekler.
Temennim beraat etmeleridir.
82 darbesi sonrasında Genelkurmay'da asteğmen rütbesiyle vatani görevini yapmış, mütercim olarak Genel- Kurmay Başkanı dahil üst düzey kadroyla çalışmış biri olarak subayların ülke yönetmeye ne kadar hevesli olduklarının canlı şahidiyim. O yüzden de böylesi hazırlıklar beni hiç şaşırtmıyor. Yönetimin sivillere devredildiği dönemlerde de subayların sivil yönetime nasıl müdahale ettiklerini hepiniz biliyorsunuz. Belediye başkanının görevinden folklor kıyafetlerine kadar müdahale etmedikleri ve denetlemedikleri alan kalmamıştı.
YAŞ'ta ve MGK'da hükümete nasıl hesap sorduklarını artık bilmeyen yok.
Asker bunları yaparken asla yanlış yaptığını düşünmüyordu. Doğru yaptığına inanarak müdahale ediyordu. Çünkü öyle yetiştiriliyordu. Ülkenin gerçek sahibi olarak kendisini görüyor sivillerin mutlaka denetlenmesi, icabında müdahale edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Rahatlıkları bu inançtan kaynaklanıyordu.
Toplumdan tecrit edildikleri için toplumu da tanımıyorlardı. Toplum onlara göre adam edilmesi gereken kalabalıklardı. (Toplumla bütünleşmiş değerli subaylarımızı tenzih ediyorum.)
Hele de aldıkları eksik eğitim sebebiyle dindarlar büyük tehlikeydi. Dolayısıyla Erbakan ve Erdoğan gibi liderlerden hoşlanmamaları normaldi. 28 Şubat onlara göre Türkiye'nin irticadan kurtulması, 27 Nisan bildirisi ise irticaya ültimatom verilmesiydi. Tabii bu arada Balyoz ve benzeri darbe hazırlıkları da gayet normaldi. Günlükleri okursanız ne demek istediğim gayet iyi anlaşılır.
Oysa dünya değişiyor, Türkiye de değişiyordu. Türk halkı artık otuzların kırkların halkı değildi. Tunus ve Mısır halkının yaptığını halkımız seçim sandıklarında yapıyordu.
Ve maalesef demokrasi bilinci yerleşememiş, çağı okuyamayan ve kendi dünyalarına kapanmış bazı subaylar darbe heveslerinden vazgeçmiyorlardı.
Ben zaman zaman ordunun demokrasi bilincini içselleştirmemsi için askeri liseler ve harp okullarındaki müfredattan başlanması gerektiğini yazarım.
Dolayısıyla ordu içindeki bazı subayların darbe heveslerini, içinde bulundukları ortam, aldıkları eğitim ve zaman zaman demokrasiye yapılan müdahalelerin cezasız kalması sebebiyle normal karşılıyorum.
Ben tekrar tutuklananların beraat etmelerini temenni ediyorum. Bu davanın da ordumuzdaki değerli subaylarımızın zamanın ruhunu okumalarına vesile teşkil etmesini umuyorum.
Tabii onlardan önce demokrasinin olmazsa olmazı siyasi partilerin bu konuda duyarlı olmalarını önemsiyorum. Bu bağlamda maalesef CHP'nin darbe ithamıyla açılan davalara avukat edasıyla yaklaşmaları, hele son kağıttan kaplan benzetmesi ve Kılıçdaroğlu'nun ODA TV konusunda yaptığı açıklamalar ana muhalefetin demokrasi anlayışı adına düşündürücüdür.
Bu konuda MHP'nin tavrını yapıcı buluyorum. Darbecilerin ayıklanmasını ama ordunun yıpratılmamasını içeren açıklamalar MHP'nin bu konuda akl-ı selim ile hareket ettiğini göstermesi açısından sevindiricidir.
Sanıkların, 'orduyu yargılıyorsunuz' iddiasına karşı mahkeme başkanının 'hayır kurumu değil şahısları yargılıyoruz' cevabı da altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken çok önemli bir tespittir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.