Arabistan'a ve İran'a değil İngiltere'ye benzeyecektir
M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra Sabataycılar tarafından çıkartılmış Kemalizm resmî ideolojisini bir din gibi benimseyenler, Türkiye Müslümanlarına din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti verildiğinde ülkenin Arabistan'a, İran'a, Malezya'ya döneceğini iddia ederek yaygara kopartıyorlar.
Bu iddialarında ve korkularında samimi midirler? Kesinlikle değildirler. Çünkü onların kültürü, Müslümanlara din hürriyeti verildiğinde ülkemizin Arabistan'a veya İran'a değil; İngiltere'ye, Norveç'e, İsveç'e, Avusturya'ya, Almanya'ya ve diğer medenî demokrat ülkelere döneceğini bilmeye yeterlidir.
Dindar Müslüman aileler, kız çocuklarını ilkokuldan liseye kadar başörtülü olarak okutabilirlerse, Türkiye İran ve Arabistan olmaz; mesela İngiltere olur. Niçin? İran veya Arabistan olabilmesi için BÜTÜN kız çocuklarının örtülü olması gerekir. İsteyen aileler başörtülü gönderiyor, istemeyenler başı açık gönderiyorlar, işte İngiltere sistemi.
Tasavvuf ve tarikat tekkeleri açılsın, Müslümanlar zikrullah yapsın... Bu durumda Türkiye ne İran'a benzer, ne Arabistan'a. Arabistan'da Vehhabîlik hâkimdir, onlar tasavvufu reddederler, tarikatları yasaklamışlardır. Tarikat evliyasına da "Evliyauşşeytan" derler. İran'da Şiî-Caferî mezhebi hâkimdir. Onlar da (anayasaları serbestlik verse de), uygulamada Sünnîlere tam bir din hürriyeti tanımazlar ve vermezler. Binaenaleyh Türkiye'de tarikatlar serbest bırakılırsa, dergâhlar tekkeler zaviyeler açılırsa ve zikrullah yapılırsa ülkemiz İngiltere'ye, diğer medenî ve demokrat Batı ülkelerine benzeyecektir.
Devletimizin, halkımızın, ülkemizin 1000 yıldan fazla kullanmış olduğu millî yazımızın serbest bırakılması; Müslümanların İslam ve Kur'an yazısıyla günlük gazeteler, dergiler, kitaplar çıkartabilmeleri de bizi Arabistan'a, İran'a veya Malezya'ya benzetmekten çok medenî ve demokrat Batı ülkelerine benzetecektir.
İnsan, Kemalistlerin ve çağdaşların yaygaralarına hem üzülüyor, hem öfkeleniyor. Yazımın başında belirttiğim gibi onların kültürleri İran'a, Arabistan'a, Malezya'ya değil; İngiltere'ye benzeyeceğimizi anlamaya yeterli olduğu halde fanatizmlerinden, militanlıklarından, insafsızlıklarından, adaletsizliklerinden dolayı demagoji yapıyorlar.
Biz "bütün kadınlar ve kızlar tesettüre girsin" dersek Türkiye'yi İran'a veya Arabistan'a benzetmek istemiş oluruz.
Bendeniz bir Müslüman olarak elbette bütün kadın ve kızların tesettürlü olmasını arzu ve temenni ederim. Lakin Türkiye'nin durumu, rejimi, sistemi, düzeni, realitesi buna müsait değildir. Bu yüzdendir ki, ülkemin İngiltere'ye benzemesini istiyorum.
Türkiye Müslümanları, İslam'ı aslına uygun şekilde anladıkları, yorumladıkları, uyguladıkları takdirde 10 sene içinde bu ülkenin kadın ve kızlarının yüzde 90'ı kendi rızalarıyla seve seve tesettüre girecektir.
Mahalle baskısıyla mı?.. Belki yüzde 10 mahalle baskısı olabilir ama geri kalan yüzde 90'ı kendi istekleriyle, tesettür kıyafeti onları cezp ettiği için kapanacaklardır.
Mahalle baskısı etik ve yasal mıdır?
Maruf, güzel, iyi, doğru, makul şeylerde mahalle baskısı elbette doğrudur.
Yasal olmasına gelince, adil kanunlar bir şeyi yasaklamıyorsa onu yapmak suç olmaz, kabahat olmaz. Ceza hukukunun temel prensibi "kanunsuz suç ve ceza olmaz" ilkesidir.
Osmanlı Devleti zamanında Ramazan ayında, gündüzleri alenen (açıkta) yemek içmek yasaktı. Bugün böyle bir yasak yok. Lakin bazı şehirlerimizde mahalle baskısı var. Oruç tutmayanlar açıkta yiyip içmiyorlar. Böyle bir baskıyı kınamaya kimsenin hakkı yoktur. Zaten toplumsal barış ve mutabakatı sağlamak için çoğunluğun oruç tuttuğu bir yerde azınlığın alenen yiyip içmemesi gerekir. Akıl, mantık, insanlık, vatandaşlık, bilgelik bunu icap ettirir.
Hülasa:
Okullara giden Müslüman kızlar, Müslüman kadın memurlar, Müslüman kadın avukatlar, Müslüman öğretmenler, Müslüman üniversite öğretim görevlileri başlarını serbestçe örtebilirlerse, Türkiye İran'a ve Arabistan'a benzemez; demokrasinin ve insan haklarının beşiği olan İngiltere'ye benzer.
Meydan okuyorum:
Bu yazımda normal zekâlı bir insanın kolayca kabul edebileceği çok mantıklı bir üslupla gerçekleri, doğruları yazmış bulunuyorum. Safsata ve demagoji yapmadan, gerçekleri çarpıtmadan beni çürütecek varsa (küfür ve hakaret etmeden) yazsın, okuyalım... Benim fikirlerimi çürütebilirlerse özür beyan edeceğim... Lütfen gerekçe olarak M. Kemal Paşa'nın ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizmi göstermesinler. Ben öyle bir dine inanmıyorum. Hukuktan bahsetsinler, adaletten ve eşitlikten, temel ve evrensel insan haklarından ve hürriyetlerinden, gerçek demokrasiden, İngiltere'den, Norveç'ten, İsveç'ten...
*(İkinci yazı)
CEBİNDE KÜÇÜK BİR ATOM BOMBASI TAŞIMAK
HEM otomobil kullanıyor, hem cep telefonuyla konuşuyor... Böyle bir şey hem kanuna, hem ahlâka aykırıdır. Ama halkımızın bir kısmı ne kanun dinler, ne ahlâk kuralı... Direksiyon başındaki sürücünün pür dikkat yola bakması, kumanda ettiği vasıtayı düşünmesi gerekir.
Son yıllarda İstanbul'da yayalarda da dehşetli bir laubalilik, dikkatsizlik görüyorum. Kaldırımdan yürümüyor, yolun ortasından gidiyor ve arkasına da hiç bakmıyor. İnsan değil, sanki mal!..
Bazı kazalar görünmez kazadır, bunları önlemek zordur. Bazı kazalar ise geliyorum diyen kazalardır. Dikkatle, kanun ve kurallara uymakla önlenebilir.
Cep telefonu konusunda toplum gerçekten çıldırmış vaziyette.
Uçaklarda da cep telefonu yasağı kaldırılacak ve herkes çılgınlar gibi konuşacakmış. İstanbul-Ankara uçak yolculuğu bir saat bile sürmüyor. Yurtiçi seferlerde iki saatten uzun yolculuk yapıldığını sanmıyorum. Bu kısa müddet zarfında telefon kullanmasa ne olur?
Farz edin İzmir'e yahut Konya'ya gidiyorsunuz, uçakta telefonla konuşmak serbest bırakıldı. Siz üçlü koltuğun ortasındasınız, iki yanınızdaki iki vatandaş vır vır zır zır konuşuyor. İşten, ticaretten bahsediyorlar yahut telefon yarenliği yapıyorlar. Siz ortalarında kalmışsınız, kafanız kazan gibi oluyor. Gideceğiniz yere vardığınızda telefon konuşmaları yüzünden sersemlemiş vaziyettesiniz.
Toplu taşıma vasıtalarının hepsinde telefonla konuşmak yasak olmalıdır. Sigara yasağı gibi... Sigaranın dumanı rahatsız eder, telefonun da zırıltısı, zevzekliği...
Bendeniz doğrusu, iki tarafımda cep telefonu konuşması yapılan bir uçak yolculuğunu yeğlemem.
Kalabalık bir caddede, yoğun trafiğin arasında karşıya geçen vatandaşları telefonla konuşur görüyorum. Hem kızıyorum, hem üzülüp acıyorum. Bir kaza olacak, feci şekilde can verecek, lakin ölse yine telefondan vazgeçmez.
Bu adamlar cep telefonu olmayan devirlerde nasıl yaşamışlar, anlayamıyorum. Telefonkoliklerden birinin telefonunu elinden alsanız, başka bir cihaz da tedarik edemezse herhalde kahrından yatağa düşer ve hatta şehid-i telefon olur. İçki bulamayan alkolikler delirium tremens denilen tezahürler gösteriyor; elleri ayakları titremeye başlıyor, ağızları köpürüyor, yere yığılıp debeleniyor, inilti ve böğürtü gibi sesler çıkartıyor... Eroin veya kokain bulamayanlar da çılgın gibi oluyormuş...
Cep telefonu işe yarayan bir cihazdır, gerektiği zaman, lüzumu olduğu zaman elbette kullanılır. Lakin bu cihaza müptela ve bağımlı olmak aklı başında, ruh ve akıl sağlığına sahip bir insana yakışmaz.
Cep telefonu toplumu zevzek ve geveze bir toplum haline getirmiştir.
İlmen sabittir ki, cep telefonu radyasyon yaymakta ve kansere sebep olmaktadır. Bazı markaların cihazları insanın yanında taşıdığı ve gezdirdiği küçük bir atom bombası gibidir. Bu konuda kimseyi uyaramazsınız, çünkü müptela olmuştur. İçki, eroin, kokain iptilası gibi...
Benim de bir cep telefonum var... Numarası ezberimde değil. Bazı günler bir iki kere konuşuyorum, bazı günler hiç konuşmuyorum, sokağa çıkarken bu seyyar küçük atom bombasını cebime koymuyorum, canıma kastetmek istemem...