Geçmişimizi uğurlarken
Erbakan'ı, sanki evimizden biri gibi uğurlayacağız. Uzun bir geçmişin inişlerini çıkışlarını birlikte yaşadığımız bir aile ferdi gibi.
Birlikte yaşadıklarımıza, birlikte tükettiklerimize, birlikte aradıklarımıza, onun bir yerde dururken açtığımız yeni sayfalarımıza bir yekûn çizgisi çekeceğiz. Onu uğurlarken kalın bir defterde yüklü bir hesaptan geriye kalanları göreceğiz.
Yaş ne kadar ilerlese de, son nefes verilmeden bu hesap yapılamıyor. Üstelik Erbakan, musalla taşına bir siyasî partinin başında oturan bir lider olarak kaldırılıyor.
Bu dünyadan bir Necmettin Erbakan geçmemiş olsaydı, geçmişte bıraktıklarımız ve önümüzde gördüklerimiz bugünkü gibi olmayacaktı. Her zaman bir kişi bir ülkenin kaderini değiştirebilir. Kimi kelebeğin kanat çırpması ile fırtınalara yol açarak, kimi de elindeki çekiçle granit gibi sert taşlara biçim vererek. Şayet bizim, bugün ayaklanan Arap halklarından farklı bir tarihimiz, farklı bir siyasî tecrübemiz oldu ise Erbakan bu binanın ana mimarlarından biri olduğu içindir.
Türkiye'nin Erbakan üzerinden tecrübe ettiği yanlışları bile, bugünün doğrularının varlık sebebidir. O yanlışlar yapılmasaydı ve tüketilmeseydi doğru yolu nasıl bulabilirdik? İddia sahibi olmadan, o iddialardan çıkan umutların peşine düşmeden, cesaret edip öne atılmadan, deneyip boyunu ve ağırlığını ölçmeden nasıl ilerleyebilirdik?
Türkiye tıpkı diğer İslâm toplumları gibi radikalleşebilir; ütopyalarla acımasız dikta rejimleri arasında nefesini tüketebilirdi. Tek partinin saygısız ve kibirli diktasından çıktıktan sonra her şey mümkündü. Bediüzzaman Said Nursi, toplumun enerjisini siyasî kavgalarda tüketmek yerine biriktirip geliştirmenin yolunu yöntemini gösterdi. Erbakan ise inatla demokrasi içinde, ezilenlerin kendisine bir hayat kurabileceğini söyledi. Kurabildiler mi? Çok zayiat verildi. Ama Erbakan'ın ısrarı, suyun damlaya damlaya taşı delmesi gibi jakoben rejimin duvarlarında gedikler açtı. Kabına zarar verecek gibi yerinde duramayan keskin enerjilerden faydalı işler devşirdi. Sınırları, çareleri demokrasi çerçevesine uydurdu. Bugün hükmünü icra eden halk iradesinin gelişip serpilmesine, ülke yönetecek bilgi ve beceri kazanmasına hizmet etti.
Bizler imparatorluk varisiydik. Dik durmaya alışmıştık. Yenidünyanın labirentleri arasında dar geçitlerden geçerken eğilmeyi, uçurumlardan atlarken zıplamayı, tabiata uygun davranmayı onunla öğrendik.
Etrafa dehşet saçan mahallenin kabadayısı ellerine kelepçe takılı, polislerin arasında sokağımızdan geçiyor. Kemal Kılıçdaroğlu da dahil hiç sesi çıkmayanlar bugün, süklüm püklüm duran eski belalıya doğru hamle edip yüksek perdeden 'tutmayın beni' diye bağırıyor. Aradan 14 yıl geçti. Süngüler düştü. Süngülerin üstüne taht kuranların saltanatı sona erdi. Şimdi herkes konuşuyor. Ölçüyü, o gün aynı kişilerin Necmettin Erbakan için söylediklerine göre koymamız lâzım.
Uzun bir hayat yanlışsız olmaz. Olsun. Birçok şey farklı olabilirdi. Ama Necmettin Erbakan isimli bir fani bu hayattan gelip geçmeseydi, bugün sahip olduklarımızın çoğu ellerimizden kayıp giderdi.
Tıpkı bir aile büyüğümüz gibiydi. Başımıza gelenler, sahip olduklarımız ve tükettiklerimizde payı büyüktü. Yekün dediğim işte bu. Allah razı olsun. O olmasaydı, bugün birçok şey farklı olurdu. En azından aradan 14 yıl geçtikten sonra 28 Şubatçılara dönüp mangalda kül bırakmayanlar bu kadar cesur laflar edemezdi. O, zorbaları teskin etmek için aramızdan kurban olarak seçtiğimiz kişiydi.
Hakkımız helâl olsun.