Bir Cenazenin Verdiği Dersler
Dün gün boyu bir cenazenin eller üstünde taşınmasını gördük ekranlarda. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın cenazesini…
Bu cenaze birçok bakımdan çok düşündürücü idi. Din, siyaset, toplum, muhalefet, asker, sivil, demokrasi, vesayet, erdem, kişilik, kibarlık, birlik, barış, emniyet, sevgi, saygı, fedakarlk, ölüm, ahret, dünya ve benzeri konularda yeniden düşünme ve değerlendirme imkan ve fırsatını verdi bu cenaze merasimi.
Hoca son dersini böyle verdi ve gitti…
Bu günkü bireysel ve toplumsal perişanlığımızın altında yatan en büyük sebe¬plerden biri de, hiç şüphesiz iyice dünyevîleştiğimizden ötürü ölümü unutmamız veya tûl-i emelimiz, yani onu kendimize henüz çok uzak görmemizdir.
İçinde yaşadığımız maddeci dünya, din dışı laik sistemler, seküler anlayışlar Müslümanlar arasında da görüldüğü günlerden beridir, yani devlet ve toplum olarak İslam dışı bir düzeni devam ettirdiğimiz günden beridir, maalesef ölümü daha bir unutmuş bulunuyoruz.
Bu batı kültürünün genel bir anlayışı, hatta topyekûn batı toplumlarının bir tavrıdır. Onların bu tavırlarının altında bazı inançları veya inançsızlıkları yatmaktadır. Mesela ahirete, öldükten sonra dirilmeye ve hesaba inanmayan insan, ölümü özellikle düşünmemeye gayret eder.
Zira ölüm, peygamber efendimizin de dediği gibi, “lezzetleri, zevkleri, ağız tadını bozan" bir olaydır. (Tirmizî, II. 50; İbn Mace’den naklen Tebrizî, Mişkat, I. 504, (1608).)
Ahirete inanmayan bir insan için onu düşünmekten daha büyük bir ızdırap olamaz.
O yüzden, inkarcı insan devamlı kendine bir takım meşguliyetler bularak ölümü hayatından çıkarmayı dener. Bu meşguliyetler, politika, ekonomik, teknik, sanat ve kültürel meşguliyetler olduğu gibi, çeşitli kumar oyunları, eğlenceler, seks çılgınlıkları, uyuşturucu partileri, karnavallar, sportif faaliyetler ve benzeri meşguliyetler, oyalanmalar da olabilir.
Amaç, insanın tüm zamanını doldurmak ve sonunu düşünmekten kurtarmak¬tır.
Çünkü inkarcı insan niçin var olduğuna, neden yaşadığına, sonunun ne olacağına dair kafasına takılan sorulara tatmin edici cevaplar bulamamaktadır. Bu tatminsizlik, insanın kalp ve ruhunun ancak yatışacağı Allah’a iman, O’na ibadet ve O’nu zikir olmamasından doğan insanın ruh ve bedenden oluşan temel yapısında meydana gelen dengesizlik kişi ve toplumları olumsuz yönde dehşetli bir şekilde etkilemekte ve sars¬maktadır.
Bu sarsıntıyı, yıkılmış bir toplumun ve dünyanın ortasında kendini büsbütün boş, avare, hatta saçma ve gülünç bulan insanların yazdığı şiir, roman, hikaye be tiyatro gibi edebi ederlerde çok rahat bulabiliriz.
Çağdaş edebiyat biraz da bu değil midir?