100 yıl önceden, bugüne... Davutoğlu ile ufuk turu
Duyduğumda çok mutlu oldum... Pazar günü vefat eden ve önceki gün ebedî yolculuğa uğurladığımız Erbakan Hoca; vefat ettiği haberinin duyulmasından bu yana; “hatim”lerle, “dua”larla anılıyor... O’nun için “yer”de de dua ediliyor, “gök”te de...
“Gündüz” de dua ediliyor,
“Gece” de!..
Yani, “kesintisiz” bir dua...
Allah, herkese nasip etsin!..
Ne ilginç değil mi;
Erbakan Hoca’nın şahsında, bu millete “kesintisiz eğitim” gibi bir “ucube”yi dayatanlara, bu millet, “kesintisiz dua” ile yine “anlamlı” bir cevap veriyor...
Kimine lânet!..
Kimine dua...
Herkes, nasibini alıyor!..
LİBYA’YA NİYE GİTTİ?
Bu arada;
Erbakan’ın “yaptıkları” ve “yapamadıkları” konuşulmaya devam ediyor.
Meselâ, şöyle bir soru:
“Libya’ya gitmese olmaz mıydı?”
Elbette olurdu...
Ama, “Libya’ya gitmek” isteyen Erbakan değildi ki... Erbakan, “D-8’i oluşturmak” için meselâ Mısır ve Endonezya’ya gitmek istiyordu ama Libya’ya gitmek aklının ucundan bile geçmemişti!.
O halde niye gitti?..
Gitti, çünkü, “Libya’da iş yapan müteahhitler” bastırdı... “Kaddafi paralarımızı vermiyor” dediler; “Siz giderseniz bir çözüm bulunur!”
Erbakan da, bir “Başbakan” olarak “müteahhitlerin talebi”ni kıramadı ve bir anlamda “tahsilat” için çıktı o yolculuğa!..
İşin doğrusu;
O “ziyaret”ten sonra, Libya “ödeme” yapmaya başladı ve “müteahhit”lerin sıkıntısı giderildi!..
Gelin görün ki;
Erbakan, Kaddafi’nin çadırında “o malûm sıkıntı”yı yaşadıktan sonra, hiçbir “müteahhit” ortaya çıkıp da; “Gezi, bizim isteğimizle oldu” demedi!.. Onlar konuşmayınca da, geziye “siyasal anlam” yüklendi.
Yani, “sattılar” Erbakan’ı!..
Yoksa, Erbakan bilmez miydi, Kaddafi denilen adamın nasıl bir “deli”, nasıl bir “çılgın” ve nasıl bir “psikopat” olduğunu?..
Elbette bilirdi!..
Bunu bildiği içindir ki, programında Libya yoktu!.. Kaddafi ile görüşmek istemiyordu... Açıkçası, zorladılar onu!..
Ve o “malûm sıkıntı”yı yaşattılar!..
Aradan “14 yıl” geçtikten sonra; Kaddafi’nin nasıl bir “deli”, nasıl bir “manyak” ve nasıl bir “despot” olduğu, işte çıktı ortaya!..
Hiç, “halkını bombalayan” bir lider olur mu?.. Kaddafi ise, olur!..
“Kendi saltanatı”nı devam ettirmek için, kendisine karşı ayaklanan halka “El Kaideci” diyen, “Şeriat devleti kurmak”la itham edip, “Batı’dan müdahale” isteyen bir lider olur mu?..
Kaddafi ise olur!..
SİYASİ BİR DEPREM
Dün, Hilton Oteli’nde, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile hem Libya’yı, hem Tunus ve Mısır’ı, hem de “bölgede olan ve olabilecek” gelişmeleri konuştuk.
Davutoğlu’nun ilk sözü şu oldu:
“Ortadoğu’yu doğru okumamız gerekir... Özellikle Türkiye’nin geleceği açısından doğru tahliller yapmak, doğru stratejiler geliştirmek zorundayız.. Kılı kırk yaran bir politika uygulamalıyız... Zira, hata yapma lüksüne sahip değiliz.”
Ardından, “gelişmelere” getirdi sözü;
“Her biri, diğerini tetikleyen olaylarla karşı karşıyayız... Tunus’ta kendini yakan bir adam Mısır’ı etkiliyor, Libya ve Yemen’i tetikliyor!..”
“Siyasi bir deprem” yaşanıyor.
Bunun “artçı”ları olacak!..
“Restorasyon süreci” olacak!..
ENTELEKTÜEL BİR BAKAN!
Toplantıda, “Davutoğlu’nun kurmayları”nın yanı sıra, “50 civarında gazeteci” vardı.
Öncelikle şunu söyleyeyim:
Bakan Ahmet Davutoğlu, “entelektüel birikimi” olan bir adam... Türkiye’nin ender yetiştirdiği “aydın”lardan biri...
Onu dinlerken ufkum açılıyor ve olayları daha rahat kavrayabiliyorum.
Olayların, sadece “fotoğraf”ını çekmekle, yani bir “durum tesbiti” yapmakla kalmıyor, “derin tahliller” yapabiliyor, “çözüm” önerebiliyor.
Sanıyorum; biz gazetecilerin “dürüst” davranacağına inanıyor olmalı ki; “açık yüreklilikle” anlatıyor her şeyi...
Ama, hemen ardından ekliyor;
“Off the record!”
Yani, “yazılmamak” kaydıyla!..
Bunu “özellikle” ifade ediyor ki;
“Bilin, değerlendirmeyi ona göre yapın” ama, “ikili ilişki”lere de zarar vermeyin!
Aslında, güzel bir metod...
Hem “fotoğrafın bütünü”nü görüyorsun, hem de ilgili “şahıs” ve “ülke”leri kırıp gücendirecek yazı/haber yazmaktan kurtuluyorsun.
Davutoğlu, buna özellikle dikkat ediyor, özellikle uyarıyor ki; toplantıda, bu “titiz”liğin sebebini şöyle açıkladı:
“Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde oynadığı rol, sadece Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerle ilgili bir rol değil. Türkiye’nin yaptığı ve yapacağı tercih, uluslararası alanda da büyük yankılara sebebiyet vermektedir.
Tek başına bir ülkenin tutumundan çok; bir yaklaşımın, bir ortak vicdanın sesi olarak algılanıyor. Bu bakımdan bu büyük sorumluluk itibariyle, bu dönemde bunu hep beraberce doğru bir eksende yürütmemizin büyük önem taşıdığını düşünüyorum”
HER ÜLKE FARKLI!
Niye böyle düşünüyor Davutoğlu?..
Çünkü, yaşanan olaylar “geçici” olaylar değil ve ayrıca “ülkeye göre farklı tahlil yapılması” gereken olaylar.
Bunu da, şöyle izah ediyor:
“Tek tek tahlil edilerek, tek tek bir yorum çerçevesine oturtularak doğru sonuçlara ulaşabilecek bir süreçten geçmiyoruz. Aksine, her biri bir diğerini etkileyen, tetikleyen ve krizsel bir dönemde çözüme kavuşması zor olan olaylarla karşı karşıyayız. Bir siyasi deprem yaşanıyor, bu depremin artçı şokları olacak, restorasyon süreci olacak, binaların yeniden yapım süreci olacak, insanların travmalarını aşma süreci olacak.
Hepimizin sabırla böyle bir siyasi depremin hangi fay kırıklarından ortaya çıktığını tespit etmek, nasıl sonuçlar doğuracağını anlama zorunluluğu var.”
Dedim ya;
Davutoğlu, “entelektüel” bir adam... Hem “dün”ü biliyor, hem “bugün”ü görüyor, hem de “yarın” neler olabileceğinin tahmin ve tahlilini yapabiliyor.
BAZI OLAYLARIN 100. YILI
Meselâ, ben;
“Bazı olayların yüzüncü yılı”na yaklaştığımızı hiç düşünmemiştim... Davutoğlu; bunu düşünmekle kalmamış, “muhasebe”sini bile yapmış.
Dün, dedi ki;
¥ “2014, Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı... Bütün Ortadoğu ile yeniden hesaplaşmamızın başlangıcı 2014 olacak... 2012 Balkan Savaşları’nın 100. yılı.. 2011 Trablusgarp Savaşı’nın 100. yılı... 2015, Çanakkale Savaşı ve Ermeni olaylarının 100. yılı... Bizim gibi toplumlarda 100 yıl, başka bir toplum için 10 yıl gibi bir şey. Biz o 100 yıldan ders çıkaramazsak, hatta Napolyon’un Mısır’a çıkışının tarihini ve ondan sonra Mısır’da yaşananları anlayamazsak, bugünü anlamamız çok zor...
¥ Mısır ordusu ile Libya ordusu arasındaki farkı bilmezsek, bu ülkelerde kamu düzeni nasıl sağlanır diye genel kurallar konamaz... Bizim Türkiye olarak tecrübe ve bilgi birikimimiz bütün toplumların derinine nüfuz edecek kadar eski ve birlikte yaşadığımız süreçler bunlar...
¥ Biz o bölgelerin restorasyonu dışında, o bölgelerin kendi içindeki restorasyonunu da temin edecek bir rol oynamaya çalışıyoruz. Aceleci olmayan, paniğe kapılmayan ama mümkün oldukça bu restorasyonu gerçekleştirmeye çalışan...”
¥ Geçen yüzyıl içinde bu bölgelerde, toplumların kültürel yapısına sirayet eden iki anormal dönem yaşandı..
¥ Bu anormalliklerin sarsıntılarını hâlâ hissediyoruz. Birisi sömürgeciliğin girmesiyle yaşanan anormallik. Asırlar boyu bir arada yaşayan şehirler; bir anda Fransız, İngiliz, İtalyan sömürgeleri şeklinde birbirinden ayrıldılar, koptular.
Aynı şey Kuzey Afrika için de geçerli. Sömürgecilik, Batı’nın tarihinin doğal seyrine uygundur ama Doğu’nun ve Ortadoğu’nun doğal seyrini bozdu.
İkinci anormallik, ulus devletler ortaya çıkarken yaşandı. Hem Arap milliyetçiliği anlamında bir doğal tepki ortaya çıktı, ama sınırlar üzerine kurulan devletler Arap milliyetçiliğini sahiplenme konusunda yaşadıkları çatışmalar yüzünden birbirlerinden ikinci defa koptu.”
BATI’NIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ!
“Batı”dan söz etmişken, “Batı’nın ikiyüzlülüğü”nü gösteren bir “anekdot” aktarmak istiyorum.
Malûm;
2005 ve 2006 yıllarında Mısır, Irak ve Filistin’de seçimler yapıldı... Mısır’daki seçim “şaibeli”ydi, Irak’taki seçimler de “şaibeli”ydi... Ama Filistin’deki seçimler, “bağımsız gözlemci”lerin de ifadesiyle “demokratik bir ortam”da yapılmıştı... Hiçbir şaibe yoktu!..
Ama ne oldu?..
Mısır ve Irak’taki seçimleri onaylayan ve hatta “kutsayan” Batı ülkeleri, Filistin’deki “demokratik seçim”leri tanımadığını açıkladı... Dahası, halkın oyuyla seçilen milletvekilleri birer birer tutuklanıp, “zindan”lara atıldı!..
Peki, niye?..
Çünkü onlar “Hamas”lıydı!..
Düşünebiliyor musunuz;
Sırf “İsrail’in hatırı”na, şaibeli seçimler “takdis”(!) edildi ama “demokratik seçim”ler “afaroz”(!) edildi!..
Hele söyleyin;
“Batı’nın bu yaptığı, “despot”ları, “demokrasi”yi tercih etmek değil de nedir?..
Tabiî, Batı ülkeleri bu “günah”ta yalnız değil!.. “Kendi despotlarını korumak” ve “düşman” gördüğü insanları “zindana tıktırmak” için “yerli işbirlikçiler” kullandılar!..
Bunlardan biri de;
Hüsnü Mübarek’in yerine getirmek istedikleri Ömer Süleyman’dı!.. “Mübarek’in ruh ikizi” olan ve İsrail’in “Bizim Salamon” dediği bu adam; “Gazze’nin İsrail tarafından yerle bir edilmesi”ne hem onay verdi hem de “istihbarat” desteği!..
Çünkü, onun tek derdi “Hamas’ın ezilmesi” idi!.. Hamas ezilsin de, Filistin’de, isterse taş taş üstünde kalmasın!..
İşte böyle “cani” bir adam;
“Mübarek’in yerine” düşünülüyordu... Evet Avrupa ve ABD tarafından!..
Bereket ki;
Mısır halkı “oyun”u bozdu!..
Yoksa, “İsrail’in katliamı” sürerdi.
BOP’LA İLGİSİ YOK
Bu “anekdot”u aktardıktan sonra, dönelim Ahmet Davutoğlu’nun sözlerine...
Davutoğlu, “bölgedeki ayaklanma”nın, bir “ABD stratejisi” olduğunu ve olayların “BOP” çerçevesinde geliştiğini kesinlikle kabul etmiyor... “Bunu söylemek” diyor; “En azından bölge insanına hakarettir!”
Tek bir grubun yönetmesi bile mümkün olmayan bir doğallığın oluştuğunu ve bunun görülmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu; “Bu doğal akışın karşısında duran aktörler kaybedecekler. Öyle veya böyle, bugün veya yarın” dedi ve ekledi:
“Bütün bu olaylar tek bir insanın ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Devletlerin, toplumların, büyük siyasi yapıların değil, tek, sıradan bir insanın tarihi dönüştürebilme kabiliyetini ortaya koydu. O zaman tek bir insanın insan hakları konusunda da uluslararası bir yeni konvansiyona ihtiyaç var. O tek insanın gücü, kudreti çok önemli. Hak ve özgürlükler de oradan çıkıyor. Arap toplumu bunu keşfetti. ‘Tek başıma, ağırlığımı koyabilirim bu tarihe’ dedi Arap halkı... Psikolojik bir devrim yaşanıyor. Bu devrim, siyasal devrimlerden daha önemli. Olaylara böyle bakmazsak, Tunus’ta kendini yakan adamın eylemini anlayamayız!.. O adama para mı verdiler?.. Birileri mi yönlendirdi onu?”
O GECE HİÇ UYUMADIK
Sözü, “tahliye”lere getirdi Davutoğlu...
“Osman Gazi-1” ve “Orhan Gazi-1” feribotlarının Libya’dan yola çıkıp açık denize vardıkları haberini aldıkları gece hiç uyumadıklarını ifade eden Davutoğlu, şöyle sürdürdü sözlerini: “Olaylar başladığı anda bütün kurumlarımızla birlikte Bakanlık’ta bir toplantı yaptık. Üç aşamalı bir plan hazırladık. Bugün itibariyle 22 bin 617 kişiyi tahliye ettik. Havayoluyla 10 bin 319, denizyoluyla 8 bin 416, karayoluyla da 2 bin civarında...”
Türkiye’nin Bingazi Başkonsolosu Ali Davutoğlu’nun kahramanca çalıştığını anlatan Davutoğlu, “Başkonsolos Davutoğlu, yiyecek bekleyen vatandaşlarımıza yiyecek ulaştırdı. 3 bin kişiyi havaalanından alarak stadyuma götürdü. Bingazi’de ortaya çıkan yeni otoriteyle de temasa geçildi. Bunu sağlamak için hangi kanalların bölgede devreye girdiğini tahmin edemezsiniz. Bu bir devlet operasyonu ve hiçbir aksama olmadı” dedi.
Davutoğlu, tahliye olaylarının yoğun olarak yaşandığı günlerde “kriz masası”na bir günde 13 bin 500 telefon geldiğini belirtti. Şimdi ne telefon eden var, ne “İmdat” diyen!
MÜDAHALEYE HAYIR
Malûm, “Libya’ya müdahale” fikri gündemde... Bir “NATO müdahalesi” olur mu, olmaz mı?..
Davutoğlu’na, bu da soruldu.
O da dedi ki;
“Bundan sonra çözüm için ne yapılabilirse yapacağız. Libya için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağız. Yine biz, dış müdahaleye karşıyız. Çünkü dış müdahale Libya’da durumu iyileştirmez, kötüleştirir. Çünkü biz Libya’daki bütün taraflarla konuşuyoruz. Dış müdahale isteyen tek bir taraf yok. Yani muhalefet ‘Gelin, bizi kurtarın’ diye bağırmıyor. ‘Yapılacak her müdahale benim durumumu kötüleştirir’ diyor. Türkiye olarak neyi istemiyoruz Libya’da? Bingazi ve Trablus şeklinde ikiye bölünmesini istemiyoruz. Irak’ta yapılan hataların Libya’da yapılmaması lazım.”
Saat 11.00 civarında başlayan “ufuk turu”muz, saat 13.30 civarında sona erdi.
Ben, Davutoğlu’ndan çok şey öğrendim.
Ufkum açıldı.
Diline sağlık Sayın Davutoğlu...
Aklına, beynine sağlık.
Yoğun bir “diplomatik trafik” yürütüyorsun... Ülkeden ülkeye koşuyorsun...
Allah kolaylık versin!..
İnsani dış politika
Dünkü toplantıda, bir “anekdot” aktardı Davutoğlu...
Avustralya Dışişleri Bakanı’nın, bir konsolosluk görevlisinin nerede olduğunun belli olmadığını ifade ederek, bu kişinin bulunması için yardım talebinde bulunduğunu anlatan Ahmet Davutoğlu, “İngiltere ve Avustralya, bu bölgedeki büyükelçilik ve konsolosluklarını kapattı ve bütün yetkiyi Türkiye’ye devrettiler. Türkiye olarak bugün orada İngiltere ve Avustralya’nın çıkarlarını da temsil ediyoruz. Bundan dolayı Avustralyalı konsolosluk görevlisinin bulunması için yardım talebinde bulundular. Avustralya Dışişleri Bakanı, ‘Konsolosluk elemanımız son askeri uçakla Türkiye’ye ulaştı. Sana çok şey borçluyum’ şeklinde mesaj gönderdi.
Bundan sonra da gemilerimiz yabancıların getirilmesi için tahliye işlemlerini sürdürecek. Bu, işin insani boyutu. Türkiye’nin bu insani boyut sebebiyle kazandığı olağanüstü bir itibar var. Bu, Türk devletinin nasıl çalıştığını gösteren bir başarı tablosu.
Bütün bölgeyi kuşatan, o bölgenin tek bir bireyine bile hitap eden bir dış politikamız var. O tek bir bireyin hissiyatından kopmamamız lazım.
Her ülkenin iç şartlarına doğru yaklaşımla çözüm oluşturmak lazım. Şu an hem Bingazi hem Trablus ile doğrudan kanalları olan ve her an her türlü mesajı karşılıklı olarak da toplu olarak da değerlendirebilecek ülke olarak belki de bir Türkiye vardır. Bizim için Libyalı var. Libya’nın hepsi azizdir. Onların kaderi de bizim kaderimizdir.”
Dilerim, bu “insani yaklaşım” hep devam eder.