Bir utanç hâtırası
O günlerde, mahalli gazetede yazı işleri müdürüyüm (Başka müdürlük de görmedik zaten!).
Sağda-solda hayli anlattım; müdürlük haricinde herşeyle uğraşıyorum gazetede; haber, köşe yazısı, mizanpaj, tashih okuma, soba yakma, ortalığı süpürme, odun kırma, misafir ağırlama vesaire... Mesleki tatmin açısından mutlu günler; akşamları koca kazanlı Heidelberg'in karnından çıkan ilk nüshayı katlayıp alelacele eve yürümenin keyfi unutulmaz.
1977 Haziranı'nda genel seçimler yapılacak. Bütün siyasi liderler sırayla şehre gelip miting yapıyorlar. Bizim gazetenin patronları Adalet Partili; buna mukabil başta ben olmak üzere çalışanların çoğunun gönlü daha millici bir partiden yana. Patronlarla ortak yanımız Ecevit'in CHP'sine ve Erbakan'ın Milli Selamet'ine karşı olmak.
O gün miting sırası Milli Selamet'te ve Hoca'nın bölgede büyük ağırlığı var. İki muhabirimiz mitinge gitti, ben birinci sayfayı çizip mitinge ayırdığım yeri boş bıraktım, arkadaşlar gelecek, haberi yapacağız ve evimize gideceğiz.
Akşama yakın saatlerde gazetenin AP'li patronlarından biri büyük bir heyecan ve telâşla gazeteye geldi; halbuki pek uğramazdı,
-Duydun mu Ahmetçiğim dedi, "Mitingde pankart açmışlar. Peygamber Erbakan yazıyormuş, bunu da yaptılar, olur mu kardeşim, olur mu bu?.."
Gazeteciyim diye böbürleniyorsam da, şurada üç-beş aylık bir mâzim var meslekte. 23 yaşındayım, toyum, safım: "Vay canına öyle mi; hemen sayfayı yıkalım öyleyse. Haberi kim getiriyor, fotoğrafını çekmişler mi pankartın?"
Küçümser, ayıplar gibi bir bakış, "Bu da sorulur mu, nasıl gazeteci olacaksın sen, vah vah vah..." meâlinde...
-Elbette var, bizim ... çekti; şu anda alelacele banyoya götürdüler filmi; rica ettim, bir kopya da bizim için basacak. Merak etme sen. Hadi gel gazeteyi yapalım!
Ömrümün büyük utançlarından biriydi o; tam hatırlamıyorum (Arşivde vardır ama), manşeti şöyle çektik: "Milli Selamet'in mitinginde 'Peygamber Erbakan' pankartı açıldı." Ardından "Ne kadar ayıp, herkes lânetledi vb..."
Bu arada bekliyorum, ne gelen var ne giden... Bir ara muhabirlerden biri geldi, sordum, "Ben görmedim, çok kalabalıktı" dedi. Patron ağabeyimiz, "Fotoğrafı geliyor, yolda diyorum size" diye üsteliyor.
Uzatmayalım; sayfayı yaptık. Gazeteyi bastık; nedense o gün baskı sayımız, mûtadın yirmi-otuz katı fazla tutuldu; meğer, birtakım kara propaganda çalışmaları için köylerde dağıtılacakmış!
Ertesi sabah telefonlar işlemeye başladı. Güç durumdayım. İnsanlar haklı olarak protesto ediyor, ağızlarına geleni söylüyorlar. Ben ise çaresizce fotoğraf bekliyorum. Yok, yok, yok. Gelmiyor ve asla gelmedi!
Haber baştan sona yalandı; kurmacaydı. Politik, kirli ve ucuz bir tertibin parçasıydı.
Milli Selametçiler küplere binmişti; haklıydılar. Ardından tehdidler geldi, birkaç gün gazete civarında polis arabası bekletildi. Tekzip yayınladık, özür diledik ama iş işten geçmişti...
Hâlâ utanırım: Allah taksiratımı affetsin...
kandırıp o haberi yaptıran patronum da çoktan rahmetli oldu. Politik hırs bu kadar mı göz karartır? Allah onu da affetsin.
Geçenlerde merhum Erbakan'ın ardından "Hakkım varsa helâl olsun" diye yazmıştım; bir okuyucu da, "Ya onun sizde hakkı varsa?" diye sormuştu da oradan hatırladım, içim sızladı.