Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Zamanımızın Mevlanası...

Zamanımızın Mevlanası...

1970’li yıllarda Türkiye’den üç ses ve avaz yükseliyordu. Uzaktan ve derinden geleni Tahir Büyükkörükçü’nün Konya’da Kapu Camii’nden yükselen sesiydi. Diğer seslerden birisi İzmir’den yükselen Fethullah Gülen’in, diğeri de İstanbul’dan yükselen Timurtaş Uçar Hoca’nın sesiydi. Tahir Hoca’nın ismini ilk kez Almanya’daki dindar muhitlerde ve atmosferlerde duymuştum. Hatta o dönemde Kiel’den hocam olan Hüseyin Kavukçu da Tahir Büyükkörükçü hakkında sorulan sorulardan birisinde hatırladığım kadarıyla şunları söylemişti: “Tahir Hoca iyi bir vaizdir ama ilim adamı değildir...” Elbette ki akademisyen olmadığını kastetti. Halbuki, eski ulemamız ilim adamı iken akademisyen değillerdi. İlmi ahiret namına tahsil ediyorlardı. İlmin dünya için okunduğu ve okutulduğu dönem ise içinde bulunduğumuz günlerdir. Günümüzde ise ilim daha ziyade seküler veya dünyevi gayeler ve payeler için okunur olmuştur. Bu ise ahir zamanın alametlerinden birisidir. Günümüzde ilim tahsili kariyerizm çerçevesinde yapılmaktadır. Bundan dolayı da lezzeti gitti ve elde paye, nam ve şan kaldı. Tahir Büyükkörükçü Hocamız çağımızın rabbani alimlerinden birisiydi. İlim ile ahiret endişesini kendinde cemetmiş ve toplamış birisiydi. Son ilmiyle amil alim portrelerinden birisini temsil ediyordu. İlmi yönünü eski ilmi geleneğimizi takip ederek tahsil etmiştir. Amel yönünü de tasavvuf ve Mevlana gibi zevat üzerinden tahsil etmiştir. Bilindiği gibi Tahir Hocamız Adanalı, bilahare Erenköylü Sami Efendi’nin bağlılarındandı.
¥
Üçüncü sınıfta okuduğu sıralar, bir gün Kapu Camii’ne gider. Cami kürsüsünde bir hoca efendi çok etkili bir üslûpla cemaate vaaz etmektedir. Vaazdan öylesine etkilenir ki, içinden ‘ben de böyle ilim sahibi ve güzel konuşan bir vaiz olsam’ diye geçirir. Bu samimi niyaz karşılıksız kalmaz. Daha sonra bu okulu bırakarak bu vaizden dersler almaya başlar. 1940 yılında siyasi baskılara ve yasakçı tutumuna rağmen kitaplarını gömleğinin içinde saklayarak hocasından icazet alıncaya kadar tek başına kararlı bir şekilde eğitimini tamamlar. Konya’nın meşhur hoca efendilerinden Hacı Veyiszâde Mustafa Kurucu Hocadan Hadis ilmini tahsil eder. Ebû Said Muhammed Hâdimi hazretlerinin Berika adlı eserini de, Kurucu Hoca’dan okur. Bu arada, o günün hafızlık merkezi olan Bulgur Tekkesi’nde hafızlık çalışmalarına devam eder. Fırsat buldukça da Hacı Hâki Efendiden Farsça dersleri alır. Farsça öğrenmesinin nedeni o dönemlerde Arapça’ya ilave olarak İslami ilimlerde Farsça’nın ihraz ettiği yer ve mevkiidir. Farsça İslam irfanının hamili ve taşıyıcısı olan bir dildir. Daha özelde Farsça ile Konya’nın mihmanı ve eşsiz konuğu ve misafiri olan Mevlana’nın diline aşina olmak ve orijinalinden eserlerini mütalaa edebilmeyi arzulamaktadır. Gerçekten de aşina olduğu Farsçasıyla birlikte Mesnevi’den inci mercan derlemiş, avlamış ve bunları nadir eserlerinden birisinde toplamıştır. ‘Hakiki Veçhesiyle Mevlana ve Mesnevi’ kitabını yazmış ve bu eseriyle birlikte Mevlana’nın müteşerri yani Kur’an ve Sünnetten ayrılmayan çizgisini ortaya koymuştur.
¥
Kendisi pek fazla eser yazmamıştır zira kendisi temsili bir kitaptır. O, kitapların ve hakikatin tellalıdır. Konya’nın son Mevlanası veya zamanımızın Mevlanası’dır. Hazreti Mevlana kendisi için ‘ben zamanın Ahmediyim’ derken bu sırra işaret etmiştir. Olağanüstü dönemlerde sık sık önü kesilmiş ve kürsüyle arasına yasaklar ve yasaklı dönemler girmiştir. Bunlardan birisinde Burdur’a tayin edilmiş ve burada da canla başla hizmetine devam etmiştir. Vatan sathını mektep olarak görmüştür. Sonrasında Konya’ya vaiz iken müftü olarak dönmüş ve 1973 yılında hizmetlerine bir süre ara vermiş ve emekli olmuştur. Sonra iradesi dışında milletvekili olmuş ve oradan da 12 Eylül döneminde 11 ay boyunca Medrese-i Yusufiye’de ağırlanmıştır. Lakin akabinde hizmetten emeklilik olmadığından yine kürsüye dönmüş ve o sevenlerine ve sevenleri de ona kavuşmuştur. Keşke onun gibi ilmiyle ve ameliyle oturduğu ve gittiği yerleri hakkın yeşiline boyayan Hızır timsali alimlerimiz ve ulemamız olsa. Ladikli Hacı Ahmet Efendi, Ali Ulvi Kurucu ve Necip Fazıl gibi zevatın dostları arasındadır. İsmet İnönü ve benzerlerinin korkulu rüyasıdır ve 1968’deki meşhur İzmir Alsancak Spor Salonu konuşması, o günün siyasilerinin fevkalade dikkatini çekmiş ve İsmet İnönü bir meclis konuşmasında Tahir Büyükkörükçü’den söz ederek şöyle demiştir: “Hükümeti destekleyen üç sac ayak var. Birisi, Said Nursi, birisi Konya Müftüsü, birisi de Gazali...”
İçimde ukde kalan hususlardan birisi, Konya ziyaretlerimden birisinde evine ziyarete gidecekken bu arzumun mihmandarlarımızın ilgisizliğine kurban gitmesidir. Büyükkörükçü hocamız ülkemizin büyük gönlü ve sesiydi. Allah rahmet eylesin...



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi