Osmanlı’ya saldırmanın anlamı
İdeolojik çerçeveden tarihe bakanlarla gençlerimizin tarihe ilgisini ideolojik saplantılarına aykırı bulanların “tarihimizden utandıkları”nı söylemeleri sürpriz değil.
Bakıyorlar ki, onca karalamaya rağmen, Osmanlı’ya gençlerimizin ilgi ve sevgi trendi yükseliyor. Tarihe ilişkin kitaplar yüksek tirajlara ulaşıyor (mesela “Biz Osmanlıyız” isimli eserimiz (Nesil Yayınları, 0212 551 32 25, kısa süre içinde 250 bin sattı). Buna paralel olarak tarihe ilişkin ilgi artıyor.
Bu yüzden bazı çevreler gizli düşmanlıklarını açığa vuruyorlar, iftiralarını televizyon ekranlarına taşıyıp ölçüsüz ve endazesiz biçimde ceddimize saldırıyorlar. Biliyorlar ki, tarihin içinden dine giden bir yol vardır. çünkü Osmanlı tarihini inşa edenler, kıble yürekli insanlardır. Onlarla ancak kıbleye yürünür. Müfteriler işte bu bağı koparmaya çalışıyorlar. Tarihten ve tarihi kişiliklerden duyulan rahatsızlığın özünde böyle bir olgu yatıyor.
Geçenlerde bunlardan (malumlardan) birini hayretle dinledim. “Suret-i Hak”tan görünüp ciddi ciddi şunu teklif ediyordu: “Fetih yıldönümlerini kutlamayalım, çünkü Yunanlılar inciniyor.”
Kendi ceddini ve milletinin toplumsal köklerini incitmekte bir mahzur görmeyen zihniyetin, Yunanlılarla Rumların üzerine titremesi anlaşılır bir şey olmasa gerektir.
Zaten biz fetih yıldönümlerini Yunanlılara düşmanlık olsun diye kutlamıyoruz. Sadece tarih içindeki başarılarımızı güncelleyip çocuklarımızı diri tutmaya çalışıyor, onları toplumsal köklerine karşı daha duyarlı bireyler olarak yetiştirmek istiyoruz.
Bu tavrımızın Yunanlı komşularımızı rahatsız edeceğini sanmıyorum. çünkü kutlamaların formatında Yunan’a hakaret yoktur. Onun yerine, büyük fethi inşa eden insana, o insanın imanına ve ruh dünyasına vurgu vardır. Bundan rahatsızlık duyan varsa duysun! Ona bakarsanız biz de Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının Bizans Patriğini “Ekümenik” ilan etmelerinden ve her ziyaretinde Patriği Bizans bayraklarıyla karşılamalarından rahatsızlık duyuyoruz. Ayrıca İstanbul’u merkez alıp Trabzon’a kadar sarkan “Büyük Yunanistan” hayalinden de rahatsızlık duyuyoruz. Keza, İstanbul üstüne uydurdukları ve ders kitaplarına da koydukları bizi aşağılayıcı şiirlerden rahatsızlık duyuyoruz!
üstelik bizim fetih münasebetiyle anlattıklarımız “tarih”, (çoğu Hıristiyan tarihçilerin de anlattığı şeyler) onların anlattıkları ise “iftira”dır. İftira ile tarih karşılaştırılamaz. Yozlaşmış, yabancılaşmış küçük bir entel azınlık hariç, bu milletin tarihinden asla utanmadığı da herkesin malumudur.
Bu tarihten rahatsızlık duymak için, milletimizin yüreğine yabancılardan daha fazla yabancılaşmış olmak gerekiyor.
Yavuz Sultan Selim karşısında Şah İsmail’i tutmanın başka nasıl bir izahı olabilir? Şah İsmail “Türkmen”miş, şiirlerini Türkçe yazıyormuş, Yavuz ise şiirlerini Farsça yazıyormuş, bu yüzden Şah İsmail “daha bizden biri” imiş!
Olmayan insafla vicdanlarını imdada çağıracak değilim. Şu kadarını söyleyeyim ki, Şah İsmail neyi nasıl yazarsa yazsın, dini siyasete alet ederek fiilen Anadolu’yu bölüp parçalamak isteyen biriydi. Bu suretle Anadolu birliği bozulacak, inançlar bir birine girecek, sonuçta Anadolu zayıflayacak ve zaman içinde Avrupa’ya lokma olacaktı.
Şah İsmail Safevî, sırf şiirlerini Türkçe yazıyor diye benimsenmeli, Anadolu içlerine saldığı “molla casuslar”ıyla Anadolu halkının yüreğini param parça etmesine izin mi verilmeliydi?
O zaman ortada Osmanlı Devleti kalır mıydı? Osmanlı Devleti’nin kalmadığı yerde Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? Tarihin temellerini oymaya çalışan Osmanlı düşmanlarının aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin köklerini yolmaya çalıştıklarını artık görmek lâzım.
Şunu da görmek lâzım ki, tarihimiz yalnızca bir “zafer tarihi” değil, aynı zamanda bir “medeniyet tarihi”, bir “hürriyet tarihi” ve “adalet tarihi”dir. Münferit bazı hatalar müstesna tutulacak olursa, tarihimizde milletimizin yüzünü kızartacak hiçbir şey yoktur.
Sırf dinleri farklı olduğu için Hıristiyanları arenalarda aslanlara paralatırken, zevkten dört köşe olup zafer çığlıkları atan biz değiliz! (Bugünkü Avrupalıların ataları Roma despotlarıdır).
Yahudileri eşiktekinden beşiktekine kadar tek tek avlayıp toplama kamplarındaki ölüm odalarında gaz vererek zehirleyen, ya da fırınlarda yakarak katleden biz değiliz! (Hitler Almanyası yaktı. Biz ise tarih içinde İspanya’dan, Almanya’dan ve Rusya’dan kaçmak zorunda kalan Yahudilere sığınak olduk). Kendisi gibi inanmayanları ve düşünmeyenleri canlı canlı kuyulara atıp üzerlerini kapatan biz değiliz! (İtalyan diktatörü Benito Mussolini).
Milyonlarca insanın öldüğü iki dünya savaşını çıkartan biz değiliz. (Birinci ve İkinci Dünya Savaşları)… Dresten’i fosfor bombalarıyla yakıp otuz beş bin çocuk ve kadını yataklarından çıkamadan öldüren biz değiliz! (13 Şubat 1945). Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki isimli kentlerini, içindeki çocuklarla birlikte iki atom bombasıyla tarihten silen de biz değiliz.
Pek çok milletin tarihiyle karşılaştırıldığında güneş gibi parlayan tarihimizle ve o tarihi yapan ecdadımızla tabii ki övünüyoruz...
Şu söylediklerimizi, “geçmişe mazi derler” tekerlemesine kurban etmek isteyenlere de peşinen hatırlatalım ki, biz geçmişi hayal kurmak için değil, onun hatalarından ders, ihtişamından hız ve ilham alarak geleceği kurmak için anıyor ve arıyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.