Çıktım erik dalına anda yedim üzümü (1)
Büyükler olarak hemen hepimiz, çocuklarımıza vermek istediğimiz değerleri yeterince veremediğimizi düşünürüz. Bir eksiklik duygusu yaşarız çoğu zaman. “Başka neler yapmalıydık?” diye sorarız kendimize. Hayıflanırız, eksik gördüklerimizden ötürü. Hatta kızarız eşimize ya da diğer aile fertlerine. Sürtüştüğümüz olur; “sen şunu-şunu yapmadın, eğer yapsaydın...” deriz..
Aslında şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, kendi hayatımızda doğru bilip yaşadığımız, prensip edindiğimiz değerleri dahi çocuğumuza katamadığımızı görürüz. Ve fark ederiz ki konuşma fırsatımız olmamış, ortam bulamamışız, muhatap olamamışız onlarla. Paylaşamamışız varımızı, yoğumuzu, o olmazsa olmaz dediğimiz değerlerimizi..
Bu duygular içerisinde eski defterleri karıştırırken, 7 sayfalık bir not buldum sararmaya yüz tutmuş dosyalarım arasında. Yıllar önce “Türkiye Gençlik Parlamentosu”na yaptığım bir konuşma idi bu. Şöyle bir göz attım ve fark ettim ki o gün söylediklerimi kendi çocuklarıma anlatmamışım ben!.. Zamanın çocuklarımızı insafsızca elimizden aldığını ve bildiğince yoğurduğunu düşündüm o an. Kalbim acıdı. Bu makalemde işte o konuşmayı sizlerle paylaşmak istedim.
...Sayın parlamenter ve çok sevgili katılımcı genç arkadaşlarım.
Malum konu başlığımız, “Ulusal Gençlik Konseyine giden yolda yapılması gerekenler”.
Konuşmama bu cümlenin “yapılması gerekenler” kısmından başlamak ve öncelikle bir tespitte bulunmak istiyorum: Doğru olan insanlara herhangi bir konuda “şunu yap, bunu yap” demek değil, yapacakları işle ilgili doneleri vermek, onlara bir yol haritası sunmaktır.
Şimdi konuya farklı bir pencereden bakalım. Bir an için bulunduğumuz halden sıyrılmaya çalışalım ve hep beraber bir gece yolculuğuna çıkalım. Modern bir şehrin uzaktan görüntüsünü hayal edelim. Karanlığın içinde ışıl ışıl caddeleri düşünelim yahut da bir lunaparkı, bir düğün yerini, bir fener alayını: Çiçekler, balonlar, spotlar, maytaplar, havai fişekler, rengârenk giysiler...
Veya bulutsuz bir gecede semaya bakalım. Yükseğe, yükseklere doğru... Gözümüzü açalım ve alabildiğine derinliği görmeye çalışalım. Şayet bunu becerebilirsek, inanın öyle muhteşem manzaralar göreceğiz ki biraz önce tasvir ettiklerimi unutacak ve eminim “asıl bayram yeri, asıl düğün yeri işte burası” diyeceğiz.
Şimdi sizlere, bu bayram yerine, yani Evren’e dair; aslında “Biz neyiz, neyin kavgasını veriyoruz, Gençlik Parlamentosunu kurarken ne yapmalıyız ya da ne yapmamalıyız”ın cevabını da içeren bazı teknik bilgiler vermek istiyorum.
Olayı biraz sahneleştirirsek sanıyorum daha anlaşılır olacak. Şimdi... İstanbul Üniversitesi’nin o muhteşem nizamiye kapısını hepiniz biliyorsunuz. İşte o kapının tam altında, portakal büyüklüğünde bir cisim ve bunun 7 metre uzağında da bir toz zerresi düşünelim. Bu ölçekte, portakal güneşi; toz zerresi de dünyayı, bugünkü gerçek büyüklüğüyle Asya kıtası ise tam 200 milyar yıldızdan oluşan, 100 bin ışık yılı çapındaki “Samanyolu Gezegenler Sistemi”ni (galaksi) temsil etmektedir. Yani bugünkü Asya kıtasında, gerçek büyüklüğüyle ne kadar toz zerresi varsa o kadar sayıda dünya var bu Galakside!.. Öylesine bir büyüklüktür ki bu, 1000 kilometre hızla giden bir uçakla, Samanyolu’nun bir ucundan diğer ucuna seyahat etmeye kalksak, tam 150 milyar 800 milyon senelik bir ömre ve tabii o miktarda da araç yakıtına ihtiyacımız olacak!
Soru: Peki Samanyolu evrendeki tek galaksi mi? Cevap: Hayır...
Soru: Kaç tane daha var bunlardan? Cevap: 100 milyar tane daha!..
Evet, yanlış duymadınız 100 milyar tane daha! Ve bu Galaksiler arasında, bir çay kaşığı hacmindeki maddesi bir milyar ton gelen; “nötron yıldızları” ile galaksiler dahil her türlü maddeyi, sesi, zamanı yutabilen görünmez “zaman tünelleri-kara delikler”...
Şimdi... Bu anlattığım ilginç, muhteşem ve aynı zamanda dehşetli sahne “makrokozmoz” idi. Bir de “mikrokozmoz” var Evrende!.. Çok bilinen bir şeydir ki her canlı ancak mikroskopla görülebilen hücrelerden oluşur. Ve bu hücrelerin içinde çekirdek, onun içinde de canlılığın bütün yazılımlarını taşıyan kromozomlar ve DNA adını verdiğimiz küçük molekül toplulukları vardır.
İşte tam bu noktada, sizlere şaşırtıcı, düşünüldüğünde “insanda hayranlık ve korku duygularını birlikte yaşatan” bir ölçü daha vermek istiyorum; gözle görülemeyen hücrenin, gözle görülemeyen çekirdeğinin, gözle görülemeyen kromozomundaki bir DNA molekülüne dair... Soru: Bu molekülün uzunluğu ne kadardır? Cevap: 2 metre!
Şimdi isterseniz buradan yola çıkalım ve vücudumuzdaki DNA’ların uzunluğunu hesaplayalım. Vücudumuzdaki toplam hücre sayımız 10 üzeri 14 olduğuna göre, bunu 2 metre ile çarparsak elde edeceğimiz rakam ne olur?.. 200 milyar kilometre, değil mi? Evet doğru, tam 200 milyar kilometre!.. Bu büyüklük tüm güneş sisteminin boyutlarına eşittir. Yani gözle görülemeyen hücrelerin içine sığmış olan bir “Güneş Sistemi” büyüklüğü!!!
Peki, dünyanın coğrafi boyutu bu da zaman kesiti ne?.. Bilim adamları, dünyanın 4.5 milyar yaşında olduğunu, ancak insanlık tarihinin buna nispeten çok daha kısa bir zaman dilimi olan 10.000 yıl önce başladığını kabul etmektedir. Yazının icadı ise 5000 yıl!.. Yani dün gibi bir şey! Haa bu arada insan ömrü mü?.. Malum en fazla 80-90 yıl; “dalya” diyenlerin sayısı bir elin parmakları kadar az.
O halde bu coğrafya, bu zaman ve bu fizik boyutlarında insan nedir, hayat nedir, nereden geldik, nereye gidiyoruz, niçin yaşıyor, neyin kavgasını veriyoruz? İnsan sadece et, kemik ve sinirden yapılmış bir madde topluluğu mudur yoksa şuur denen, ruh denen, gönül denen şeyler de var mıdır ve onlarla mı anlam kazanmaktadır? Kanımca bütün bunları kendimize sormalı ve kendimizi, ailemizi, devletimizi, bu arada Gençlik Parlamentomuzu, bu cevaplar üzerinde inşa etmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.