Faruk Çakır

Faruk Çakır

Bize mahsus yanlışlar

Bize mahsus yanlışlar

Zaman zaman ‘askerî darbe’lerin ülkemize verdiği zararı gündeme getirip, ‘Tekrarı olmasın’ talebinde bulunuyoruz. Darbelerin maddî zararları tartışılırken, bünyede sebep olduğu mânevî tahribat pek de dile getirilmiyor. Çünkü maddî zararları ölçmek nisbeten kolay, ama mânevî zararları ölçebilen ‘kantar’ her yerde yok.
Türkiye’nin belini kıran darbelerden biri de 12 Eylül 1980’de yaşanan askerî darbedir. 27 Mayıs 1960’tan da ders alan darbeciler daha münafıkâne hareket ederek 12 Eylül darbesini yapmışlardı. Darbe ile yönetime el koyanların en çok tekrarladığı şey, siyasetçilerin ‘tencere’yi pislettiğiydi! Siyaseti ve siyasetçileri toptan karalayan bu bakış açısı, meydan meydan tekrarlandı ve bir bakıma insanların beyni ‘yıkandı.’ Öyle ki, yıllardan beri beğendiği siyasetçinin peşinden giden, her fırsatta ona oy veren insanlar bile “Doğru ya, bu siyasetçiler bizi kandırdı. Memleketi uçuruma sürükledi” demeye başladı. Neticede de millete dayattıkları anayasa neredeyse yüzde yüz ‘kabul’le uygulanmaya başladı.
12 Eylül darbesinin ve dolayısı ile anayasasının Türkiye’nin başına sardığı dertlerden biri de YÖK oldu. Üniversitelere çeki düzen vermek için oluşturulan bu yapı, dost-düşman çoğunluğun ittifakıyla ‘hür fikirlerin zemini’ olması gereken üniversitelerin seviyesini düşürdü. Hem eğitim olarak, hem de anlayış olarak.
Darbe sonrası yeniden harekete geçen siyasî partiler, iktidarı ve muhalefetiyle birlikte bu yapıya son vermek gerektiğini her fırsatta ifade etti. Öyle ki, çoğu parti seçim beyannamelerinde “YÖK’ü kaldıracağız” yollu vaadlerde bulundu. Ne hikmetse bu partiler iktidara geldiklerinde YÖK’ü kaldırmak yerine kendi menfaatleri istikametinde icraatlara imza atmayı düşündü. Bugün bile iktidar ve muhalefete sorulsa tamamı “YÖK kalkmalı, bu sistem üniversitelerin önünü tıkıyor” der. Fakat sıra bu tesbiti hayata geçirmeye gelince çeşitli bahaneler ileri sürülüp YÖK’ün devam etmesi sağlanır.
Marmara Üniversitesi Öğretim üyesi ve aynı zamanda YÖK Başkan Danışmanı Prof. Dr. Talip Küçükcan, YÖK’e temel bir eleştiri getirip şöyle demiş: “Dünyanın hiçbir yerinde YÖK’ün sahip olduğu yetkilere sahip olan bir kurum yok. (Dünyada var olan) Bu kurumlar daha çok bölgesel ya da üniversitelerdeki çalışmaların desteklenmesi hususlarında ya da kalitenin artırılmasına yönelik çalışmalarda ortaya çıkıyorlar. Bugün Türkiye’de hem iktidar, hem de muhalefet YÖK’ün çok ciddî şekilde reforme edilmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak yalnızca YÖK’ün değil, üniversitelerin de kendilerini reforme etmesi gerekiyor.” (Mostar dergisi, Mart 2011)
Peki, o zaman soralım: Nasıl oluyor da dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir yapı, bir uygulama Türkiye’de olabiliyor? “Biz buna lâyıkız!” diyerek yanlışa itiraz etmemek, susmak ve kenara geçmek mümkün mü?
Şunu diyenler haklı olabilir: “Nasıl ki dünyada en pahalı benzin bizde olabiliyor, o halde YÖK gibi eşi benzeri olmayan bir uygulama da olur!”
Herkesin bildiği gibi YÖK, 12 Eylül darbesinin mirasıdır ve bütün darbe kalıntıları gibi bunun da acilen ıslah edilmesi gerekir. Bunu da her halde YÖK’ün kendisi yapacak!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi