Gelibolu mahşerin bu dünya haliydi
Çanakkale zaferi, İslam dünyasının yazdığı ortak bir destandı. Yine İslam dünyasının bir imtihanıydı. Gelibolu mahşerin bu dünya haliydi.
“Kim kazanacak, kim kaybedecek” diye bir sonuç beklemek yoktu. Müslüman milletler, Müslüman askerler bu savaşı kazanmalıydı.
Gelibolu; hilal ve haç mücadelesiydi. Yani iman ile küfrün savaşıydı. “Silah mı kazanacaktı iman mı?” Bu sorunun cevabını sadece düşman cephesi arıyordu.
Çanakkale, bütün bir İslam âleminin yeryüzünde kalma mücadelesiydi ve bu mücadele, “Kelimetullah’ın” zaferiyle sonuçlanmalıydı.
Ali Osmani halife devletti ve Müslüman ülkeler bu halifenin gölgesi altındaydı. Onun için her İslam toprağından Çanakkale’ye yüzlerce asker gelmeliydi.
“Hilal ve Haç Kavgası” sürmeliydi. Sömürerek varlığını kabul ettiren batı, altı yüz yıl sömürmeden 3 kıtayı yöneten Osmanlı Devleti’ni yok etmeden rahat edemeyecekti.
Ne pahasına olursa olsun, Çanakkale geçilmeli, Osmanlı coğrafyasının yeraltı ve yer üstü kaynaklarına el konulmalı, halklar da köleleştirilmeliydi.
Batılı güçlerin bildiği ve inandığı tek çıkar yol buydu. Bu sebeple, dönemin en güçlü silahlarıyla boğazın dibindeydiler.
¥
Düşman kuvvetler, kendilerine göre dönüşü olmayan bir yola girmişti. Savaş mutlak kazanılacaktı. Çanakkale’ye gelen ateşli silahların pek çoğu, Müslüman ordunun elinde yoktu.
İstanbul başta olmak üzere, tüm İslam coğrafyası paylaşılmış, bölüşme haritası savaş gemilerinin kaptan köşklerinde bekliyordu.
Hazırlıklar tamamdı. Osmanlı kesin kaybedecekti. Bu düşüncenin aksi akıldan dahi geçemezdi. Gelibolu yarım adası, Müslümanların tükendiği nokta olarak ilan edilecekti.
Düşman gemilerinden ve düşman komutanların gözünden bakınca belki böyle görülüyordu ama boğazın kıyısında onların göremedikleri büyük bir güç vardı.
Düşman gemilerinin geçeceği noktaya mayınları döşettiren bu büyük gücü, mayını döşeyenden başka kimse bilmiyor ve görmüyordu.
Kabe-i Muazzama’nın efendisi biliyordu ki bu savaş; Mescidi Nebevi ve Kabe-i Muazzama başta olmak üzere, tüm İslam âleminin, Kur’an’ın, Ezanın muhafazası içindi.
Daha da önemlisi, Allah rızası ve şehidlik makamına ulaşmak içindi. Elbet böyle bir noktada, Efendiler Efendisi (s.a.v.) de orada olacaktı ve oradaydı. Gelibolu, maddenin değil mananın savaşıydı.
Yalnız savaşın böylesine esrarengiz bir şekilde sonuçlanması karşısında İngiliz Savunma Bakanı Churchill tarihe şu kaydı düşecekti.
“Biz Çanakkale’de Türklerle savaşmadık, onların Allah’ı ile savaştık ve kaybettik.”
Evet, o mahşer gününü bir de merhum Mehmet Akif’ten okuyalım.
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.