O ağaç var ya, o ağaç...
Nükleer enerjiden ve nükleer santrallerden nefret edenlerin, aslında enerjiden de nefret ettiklerini bilseydik daha dürüst ve anlaşılır bir tablo olurdu önümüzde.
Canı şüphesiz bizden çok daha tatlı ve çevre meselesine bizden çok daha hassas toplumlar nükleer santral kullanıyor yıllardan beri. Sevdiklerinden değil, ucuz ve uzun vadeli enerji kaynağı olduğu için. Kirli ve tehlikeli olduğunu bizden iyi biliyorlar ama yine de vazgeçmediler. Bizim için emsâl midir; değildir. Bizde bir nükleer santral bile yok ama bizim çevreciler, onların çevrecilerinden çok daha hamarat, çok daha gayretli; üstelik necib matbuatımızda çevreciden geçilmiyor.
Ârifler teslim ederler ki, temiz enerji diye bir şey yoktur; "Az, yetesi enerji" diye bir şey vardır. Elimizi oğuşturarak parmaklarımızı ısıtmaktan tutunuz da nükleer santrallere kadar bütün mâsum ve endüstriyel enerji üretim süreçleri, sırf enerji açığa çıkardıkları yani enerji ürettikleri için kirli ve tehlikelidir; enerjinin tüketimi bir başka türlü ahlâki meseledir. Bunların içinde nükleer, en belâlısı fakat en câzibi ama rüzgar türbini veya gelgit dalgalarının enerjisi de kirli. Vaktiyle temiz ve beyaz enerji diye hidroelektriklerin tabiata nasıl kan kusturduğunu artık biliyoruz ama öğreneceğimiz bir şey daha var. Enerjinin her türü tabii ortama müdahale olduğu için dönüştürüyor, bozuyor.
Enerji, "Ey Adem, sen ve eşin cennete yerleşin ve orada, istediğiniz yerde yiyeceklerden bolca yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın..." âyetindeki ağaçtır desem inanmazsınız, halbuki tam da odur, öyledir. Enerji, bizim hakkında imtihan olunacağımız şeydir aslında; bize musahhar kılınmış emanetlerdendir. Biz onu tattık ve çok hoşumuza gitti; şimdi kana kana, döke saça, sonuna kadar taleb ediyoruz o cennet nimetini. Eldekiler yetmeyince, epistemolojisini Mefistofeles'e kiralamış bilim adamları nükleeri verdiler bize. İster alın, isterseniz reddedin; hiç umurumda değil doğrusu.
Yeni dünya dininin yeryüzüne dağılmış mâbedleri enerji santralleridir. Al hidroyu vur nükleere; tut termikin perçeminden çal petrol türevlerinin suratına. Mâbedlerden daha çok ışık çekebilmek için tabiatımızı ve dengemizi sattık. Yeni dünya medeniyeti çılgınlık derecesinde çok enerji üzerine bina olundu. Adına kalkınma, ilerleme, büyüme dediler, kaynaklar tükenmeye yüz tutunca şişenin içindeki cini çöple kurcalamaya başladılar, nükleer çıktı. Yarın füzyona da geçilse değişen bir şey olmayacak. Temizi yok meretin, miktarı var.
Uzattık; doğru tutum, insanın enerji karşısındaki tüketici iştahını sorgulamak ve uzun uzun düşünmektir. "Lüzumsuz lambaları söndür, musluğun contasını değiştir" tedbirleri çocuk kandırmacası. Çılgın enerji tüketimine hayır dediğinizi bir duyayım, nükleer aleyhtarlarının mitinginde helva-şerbet dağıtmazsam çevreci olayım; ama hem bu dünyayı, hem ötekini ışıtacak kadar enerjiyi emip yeryüzünden, sonra da nükleere hayır diye bağırmanız beni hiç ilgilendirmiyor. Sadece nükleere değil, termike de, hidroya da, petrol türevlerine de, otomotiv ve petro-kimya sanayiine de kafa tutarsanız evet, tutarlı olabileceksiniz. Hormonlu gıdaya karşı olmak da tek başına anlamlı değil buna göre; bununla birlikte bilmem nesiyle oynanmamış organik gıdalara destan yazmadan önce, 7 milyar insana nasıl buğday, et, su sağlayabileceğinizi izah edeceksiniz.
"O ağaca yaklaşmayın" denilmişti; biz o ağacın tepesine çıkmakla kalmayıp üşüyünce de kökünden keserek yaktık bir güzel. Neydi o ağaç derseniz, müfessir değilim ama tefsirci arkadaşlarım var, söyleyim: O ağaç aşırılıktan sakınmak, vasat bir yol üzre bulunmak, "Göklerin sırlarına erişebileyim" diye gökyüzüne doğru kule inşa etmemektir.
Madem çıktınız kuleye, ineceksiniz bir şekilde ey Hâmân'ın torunları; o da Allah'ın emridir.