Pislik Herifler ve Karılar
Her insanın vücudunda mikrop, pis nesneler, ufak iltihaplar, necaset, idrar, balgam bulunur. Bu pis şeyler çoğalıp bütün vücudu sarmadığı müddetçe insana zarar vermez.
Toplum da böyledir. Her toplumda pislik olur, yüz kızartıcı suç işleyenler olur. Binde bir nispetinde iseler, bu pislikler ve suçlular fazla zarar vermez, toplumu sarsmaz, yıkmaz. Bu nispet yüzde bire düşerse tehlike başlar. Hele onda bir olursa çöküş, yıkılış kaçınılmaz hale gelir.
Bir insanın yüzünde, cildinde birkaç sivilce, hatta çıban bile olsa onun için ölüm korkusu yoktur. Merhem sürülür, tedavi edilir. İltihap bütün vücudunu kaplarsa ölmesinden korkulur.
Şu veya bu organda mikrop ürerse onun tedavisi mümkündür. Mikrop bütün vücudu, bütün organları istila ederse durum vahimdir.
Haram yemek bir pisliktir. Haram yiyen kişiler aslında bir tür pislik yediklerinin farkında değildir. Bir ülkede haram yemek yaygın hale gelmişse o ülkenin geleceği parlak olmaz.
(Domuzlar kendi pislikleri başta olmak üzere bütün necasetleri yiyen mahluklardır.)
Bir Müslüman ülke için riba/faiz de böyledir, galiz bir necaset hükmündedir.
Zina ve fuhuş da pisliktir.
Rüşvet pislik... Lüks ve israf pislik...
Yalan pislik... Halkı aldatmak pislik...
Nifak pisliktir... Münafıklar pisliktir...
Gıda maddelerine ve meşrubata karıştırılan 300'den fazla zehirli ve zararlı kimyevi madde pisliktir.
Domuz etinden ürettikleri sucukları dana sucuğu diye satanlar pislik kere pisliktir.
Halk arasındaki çeşitli grup ve sektörleri birbirine düşürüp fitne ve fesat çıkartanlar pisliktir.
Kur'an gıybet yapanlar için ne diyor? Onlar ölü kardeşlerinin etlerini yemek gibi çirkin ve iğrenç bir işi yapmıyor mu?
Nefs-i emmaresine put gibi tapan herif ve karı aslında yürüyen ve konuşan bir pislik değil midir?
İslam dini bütün mü'minleri necasetten temizlenmeye çağırıyor. Necaset ikiye ayrılır: Maddi necaset, manevi necaset... Müslüman yalandan, iftiradan, fitne ve fesat çıkartmaktan, nifaktan, gıybetten, nemimeden (söz taşımaktan), benlikten uzak durmalıdır. Bunlar hep mecazi manada birer pisliktir.
*(İkinci yazı)
Japonlar ve Amişler
1945'te Japonya'ya iki atom bombasını düşmanları Amerika atmıştı... 2011'de Japonların kendi elleriyle inşa etmiş oldukları milli ve yerli atom santralları patlıyor. Kendi kalelerine gol atmış oluyorlar.
Patlamak üzere olan atom santralı hangi tarihte inşa edilip hizmete girmişti bilmiyorum, öğrenmek de istemiyorum.
Temeli atılırken, açılışı yapılırken kimbilir ne törenler yapılmıştı. Japonya'ya temiz, tertemiz enerji gelecekti. Atom santralları fennin son harikasıydı.
Sonra dehşetli bir zelzele oldu ve atom santralını soğutan sular kesildi ve büyük felaket başladı. Bu felaket filminin daha başlarındayız...
Bu santral sadece Japonya'yı yıkacak, bitirecek değil, civardaki ülkeler de tehlikede, hatta yer küresi ve bütün insanlık bir felaketin eşiğinde.
Şimdi İmparatorlarından en silik ve mütevazı vatandaşına kadar Japonlara şu soruyu yöneltseniz:
- Şu atom santralları yapılmasaydı daha iyi olmaz mıydı?..
Ne cevabı verecekler?.. Ah keşke yapılmasaydı...
Son pişmanlık fayda vermiyor.
Patlamaya hazırlanan Japon atom santralı o ülkenin, o halkın katili olacaktır.
Sanırım bu felakete dünya üzerindeki bin çeşit kavim ve topluluk içinde en fazla Amişler cemaati şaşırmış ve hayıflanmıştır. Malumunuz Amişler ABD'nin belli bir bölgesinde yaşayan son derece sofu bir Protestan cemaatidir. Bölgelerinde elektrik ve motorlu vasıta yoktur. 18'inci yüzyıl hayatını sürerler. Orada kadınlara ve genç kızlara seks gözüyle bakılmaz. Modern tıbbı kabul etmedikleri halde sağlıkları tıpzedelere göre daha sağlamdır. En önemlisi mutlu, sakin, temiz bir hayat sürmeleridir... Çocukları bozulmasın diye devlet okullarına göndermezler. Refah mı? Çok iyi geçinirler ve dengeli bir hayat sürerler.
Yooo konuyu kimse çarpıtmaya kalkmasın. Ben, Japonlar da Amişler gibi elektriği, motoru boykot etsinler, iki üç asır önceki gibi yaşasınlar demiyorum. Sadece ve sadece "Keşke şu atom santrallarını yapmasaydılar..." diyorum.
*(Üçüncü yazı)
Hatıralarımı Yazmayı Düşünmüyorum...
Son yıllarda hatıralarımı yazmam konusunda çok talep var. Peşinen arz edeyim: Böyle bir şeyi düşünmüyorum... Hatıramsı şeyler yazabilirim ama hatıra yazamam. Hatıra yazabilmek için önemli bir şahsiyet olmam gerekir. Sıradan basit bir vatandaşın ne hatırası olabilir ki...
Geçenlerde biri "Efendim mutlaka hatıralarınızı yazınız, ben katiplik yapmaya hazırım, iyi bir teyp alırız, siz konuşursunuz, ben bilahare yazıya geçiririm..." dedi. O kadar ısrar etti ki, bendenize bıkkınlık geldi.
Bu zata sordum: Yazılarımızı okuyor musunuz? Samimi bir cevap verdi: Hayır okumuyorum... Vakti yokmuş... Hatıralarımı yazdıracak birini arasam, her halde yazılarımı okumayan bir kişiye bu işi vermem.
Herkes benim yazımı okusun diye bir isteğim yok. İsteyen okur, istemeyen okumaz.
Dört başı mamur bir hatırat değil de, hatıramsı notlar yazamaz mıyım? Yazabilirim... Genç nesillere söylenecek, hatırlatılacak bazı önemli ve hayati konular ve meseleler var.
Kimler hatırat yazabilir?
Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlık, büyükelçilik yapmıştır...
Hanedan bir aileye mensuptur, çok şeyler yaşamış ve görmüştür...
Bir mücadele ve aksiyon adamıdır, çığır açmıştır...
Çok önemli şahsiyetlerle görüşmüş, konuşmuş, bazısı ile işbirliği yapmıştır...
Tarihin büyük veya orta aktörlerinden biri olmuştur...
Bendenizin bu taraklarda bezim yok.
Bazıları bana hoca diyor ama değilim. Üstad değilim, ağabey değilim, lider değilim, önder değilim.
Mücahid hiç değilim. Mücahid Allah rızası için muhlisen lillah kelle koltukta savaşana derler. Din lehinde yazı yazmakla mücahid olunmaz.
Hatırat okumayı severim. Bazıları neler görmüş, kimlerle konuşmuş, oturmuş... Eski İran Şahına demiştim ki... Adnan Menderes'le oturmuş kahve içiyordum, ona dedim ki: Adnan bey, Adnan bey... Cunta kumandanı General Algan Vatansever Paşa'ya Paşam dikkatli olunuz dedim... Londra'da Sefir-i Kebir iken Kraliçe Victoria bana "How are you?" diyerek iltifat etmişti... Atatürk'ün sofrasında birlikte rakı içiyorduk... Senegal savaşında nehirde giderken büyük bir timsah sandalımızı devirmişti... Başkan Nixon toplantıda bana tebessüm etmişti...
Bendenizde böyle önemli ve büyük hatıralar yok.
Mütevazı ve silik olmaya çalışıyorum.
Zaruret olmadıkça lüks otellerde yatmam, lüks lokantalara gitmem.
Havaalanında VIP salonuna girmem, zaten giremem, herkes gibi normal yoldan geçerim.
Şam'da, Taşkent'te, Baku'da ve gezdiğim nice ülkede genellikle halk lokantalarında karnımı doyurdum. İstanbul'da da öyle yapıyorum.
Yurt içi seyahatlerimde genellikle ucuz otellerde, öğretmen evlerinde kalırım.
Dünya büyükleriyle pek nadir konuşurum.
Benim ne hatıratım olabilir...
Kısmet olursa bazı hatıratımsı şeyler yazabilirim, bazı resimleri paylaşabilirim. O kadar...