Erdoğan hâlâ 'milli görüşçü' olsaydı!
Kapatma davasındaki siyasi yasak talebiyle iyice su yüzüne çıktı; bürokratik oligarşi ve sivil uzantıları Tayyip Erdoğan'dan kurtulmaya çalışıyorlar.
Ama bunun nedeni Tayyip Erdoğan'ın 'milli görüş' hareketinden gelmesi değil, tam da tersi; 'milli görüş'e sırtını dönmesi, 'milli görüş gömleğini çıkardığını' söylemesi Erdoğan'la 'sistem' arasında bağların kopmasına neden oldu. Bugün Erdoğan 'milli görüş' çizgisinde olsaydı kimse uğraşmazdı onunla.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal kurultayda yaptığı konuşmada 'Erbakan milliciydi, Erdoğan işbirlikçi' dedi. Basit bir benzetme gibi görülüyor ama, önemli; kırılmanın tam ana hattını anlatıyor. Evet, Erbakan devletçiydi, Batı karşıtıydı, AB'ye Hıristiyan kulübü diyordu, demokrasi pek de umurunda değildi, küresel sermaye düşmanıydı, piyasa ekonomisi yerine 'adil düzen' diye ne olduğu belirsiz modeller üretmeye çalışıyordu, Türkiye'nin yüzünü Batı'ya değil Doğu'ya çevirmeye çalşıyordu.
AK Parti bugün Erbakan'ın çizgisinde olsaydı hakkında kapatma davası açılır mıydı? Hiç sanmıyorum. Bu fikirleri bugün kimler savunuyor? İçinde CHP'nin de bulunduğu ulusalcı-Kemalist blok. Erbakan'ın 'herkes bir gün milli görüşçü olacak' öngörüsü hiç yabana atılacak gibi değilmiş, baksanıza CHP-Kemalist blok 'milli görüş' çizgisinde.
AK Parti'den rahatsızlığın nedeni bu partinin 'milli görüş'le alakasız bir noktada siyaset yapması.
Bir defa AK Parti AB'ye tam üyelikten yana. Söylemsel bir pozisyon da değil bu; çok büyük reformların ardından AB'ye tam üyelik müzakerelerini başlatan bir parti. Erdoğan'ın bu performasına bakan ulusalcı Kemalistler 'milli görüşçüleri' özlemez ve aramaz mı?
AK Parti küresel sermayeye açık. İşsizlikle mücadele, kalkınma ve teknolojik yenilik adına yabancı sermayeyi teşvik ediyor. İstikrar ve kazanç imkanlarıyla birlikte yabancı sermaye de ilgi gösteriyor Türkiye'ye. 2002'de 1 miyar dolar olan yabancı sermaye yatırımları 2007'de 20 milyar doları aştı. Bu, 'milli görüş'ten büyük bir sapma değil mi? İşte 'milli görüş'çüler de yeni-ulusalcılar da bunu affedemiyorlar. Keşke AK Parti de 'millici' kalsaydı diye iç geçiriyorlar.
Milli görüşçülerin demokrasiyle işleri yoktu, düşünmediler de üzerinde. Ne güzel olurdu Erdoğan da böyle kalsaydı! Şimdi demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti diyen bir AK Parti'nin 'söylemsel üstünlüğü' karşısında eziliyorlar. Kendilerini 'arkaik', tarih dışı kalmış bir konuma itiyor bu. Nerede 'milli görüş'?
22 Temmuz seçimlerinden önce AK Parti'ye vurmak için Erbakan'ın ipine sarıldılar; bir fayda vermedi. Şimdi, kapatma davasının ardından, 'milli görüş' ile 'ulusalcılık' arasında bir sentez yapma heveslisi görülen Abdüllatif Şener'e umut bağlamış durumdalar.
'Sistem' AK Parti'ye karşı 'milli görüşçü'lerden medet umuyor. Sistemin 'milli görüşçülere' muhtaç hale gelmesine sevinsek mi, üzülsek mi?
Abdüllatif Şener'e ilgi neden dersiniz? Baykal'ın cumhurbaşkanlığı için adaylığını onayladığı, bir grup medyanın gözdesi bir isim. Neden? Yabancı sermaye, özelleştirme ve piyasa ekonomisi konularında devletçi ve ulusalcı refleksler gösterdiğinden olmasın. Ekonomi deyince hâlâ 'kamu ekonomisi'ni anlayan bir akademik disiplinden gelmenin yarattığı daralma anlaşılır bir şey.
Daha birkaç ay önce 'kitaplarımı, makalelerimi yazacağım, akademisyenliği özlemişim' diyordu. Ben de merakla bekliyordum yazacağı kitapları, makaleleri. Yazdı mı bilmiyorum, 'kitap, makale yazacağım' demekten fırsat bulup. Eh, bundan sonra da yazamaz artık, 'siyasette boşluk' tesbit edilmiş!
Sonuç; ne AK Parti'nin kapatılması, ne siyasi yasaklar Erdoğan'ı siyaseten yok edebilir. Ama vesayet demokrasisine razı, siyaset yapmak yerine bürokratlığa talip bir görüntüyle Erbakan veya Demirel çizisine çekilen bir Erdoğan'ın siyasi geleceği yok. Cumhurbaşkanı olsa bile!