"Arap sokağı" Türkiye'nin Libya politikasına ne diyor?

"Arap sokağı" Türkiye'nin Libya politikasına ne diyor?



Libya'da binlerce vatandaşımız varken, hükümetin, "Vatandaşlarımıza zarar verebilir" diye düşünerek Kaddafi ile köprüleri atmaktan imtina etmesi anlaşılır bir şeydi. Ne var ki bu siyaset oradaki vatandaşlarımız tahliye edildikten sonra da devam etti.

Ankara, Libyalı devrimcilerin Bingazi'de oluşturdukları "Libya Milli Konseyi"ni resmen tanımaya yanaşmadığı gibi, diktatörlüğe karşı halk ayaklanmasını ve diktatörlüğün bu ayaklanmayı kiralık katillerle bastırma çabasını kardeş kavgası diye niteleyerek, devrimcileri hayal kırıklığına uğrattı. Sadece Libyalı devrimciler değil, diktatörlüklerden yaka silken ve Türkiye hükümetini diktatörlüklere karşı büyük yürüyüşün en önünde görmek isteyen Araplar genel olarak da hayal kırıklığına uğradılar.

İsmail Yaşa, Arap âlemindeki meselelerin tartışıldığı Al-Asr adlı internet dergisinde, bu hayal kırıklığını şöyle hülasa ediyor:

"Erdoğan sesini yükseltip Hüsnü Mübarek'ten halkının isteklerine cevap vermesini istediğinde Arap sokağı devrim gençliğinin yanında yer aldığı için onu alkışladı ve bu kahraman lidere bir kez daha hayran oldu. Fakat bu hayranlığın ardından Erdoğan'dan garip bir takım açıklamalar geldi ve bu açıklamalar birçok kimsede şoka ve hayal kırıklığına yol açtı... / (Erdoğan) Libyalı devrimcilerle Kaddafi'nin paralı askerleri arasında yaşanan çatışmayı "iç savaş" olarak nitelendirdi... / Erdoğan'ın askeri müdahalenin Libya'nın petrol için işgaline ve bölünmesine yol açabileceği yönünde meşru korkuları ve endişeleri olabilir. Fakat Erdoğan bunun karşılığında masum sivillerin hayatının korunması için hiçbir alternatif, çözüm önerisi veya elle tutulur bir girişim sunmadı. Tarafsızlık bahanesiyle Libya'da olanları seyretmeye davet etmekle yetindi... / Arap sokağı, Davos Forumu'ndaki protestosunu ve Filistin davasıyla ilgili onurlu tavırlarını unutmadığı Türk lidere hayran. Fakat bu hayranlık, Türk Hükümeti'ni eleştiren herkese saldıran ve Erdoğan'ın Arap halklarını dilediği gibi yönlendirebileceğini iddia eden bazı Türk yazarlarının öne sürdüğü gibi, Erdoğan'ın her dediğinden ve yaptığından memnun olacağı anlamına gelmiyor. / Erdoğan, son yıllarda Arapların kalplerinde inşa ettiğini çelişkili ve şaşırtıcı açıklamalarıyla yıkmaya başladı. Bu nedenle, Arap sokağındaki popülaritesini korumak istiyorsa bu durumu telafi etmesi gerekir. / Araplarda Erdoğan'ın cellat ile kurbanı bir tuttuğu ve kan dökücüyle imzalanan anlaşmalar nedeniyle Kaddafi'yi savunduğu şeklinde bir kanaatin oluşmaya başladığını görmesi için internet sitelerinde yayınlanan açıklamalarına Arap okuyucuların yazdığı yorumları okuması yeterlidir."

Suriye'deki arkadaşlarımla görüştüm, "Halk bu işe ne diyor?" diye sordum. Aldığım cevap şu oldu: "Suriyeliler Türkiye'nin Kaddafi'ye açıkça cephe almasını, Fransa'nın bile tanıdığı Libya Milli Konseyi'ne sahip çıkmasını ve hatta Libya halkını katliamdan kurtarmak için askeri müdahalede bulunmasını bekliyorlardı. 'Madem kendisi müdahale etmedi, bari müdahale edenlere karşı çıkmasın' diyorlar. 'Erdoğan, Libya halkını o zalimin insafına terk etmeyi mi savunuyor?' diye soruyorlar."

Bingazi'nin Cuma İmamı da dünkü hutbesinde isim vermeden Erdoğan'ı eleştirdi ve Kaddafi rejimini bombalayan devletlere teşekkür etti.

Bu hal elbette hazin bir hal. Müslümanların Batılı emperyalistlerden medet ummaları, ummak zorunda bırakılmaları içimizi yakıyor. Türkiye'nin Libya'ya müdahale edebilecek donanımda ve buna müsait 'mentalitede' bir ordusu olsaydı, öte yandan Libya'ya komşu Mısır ve Tunus'ta halk iradesine dayalı düzenlerin kurulması süreci de tamamlanıp bu ülkeler derlenip toparlanmış olsalardı, bugün Türkiye-Mısır-Tunus koalisyonunun "Libya'ya Özgürlük Harekâtı"ndan söz ediyor olabilirdik. Bugün için böyle bir şeyin mümkün görünmemesi içimizi yakıyor, evet. Fakat "İçimiz yanıyor" deyip, ağlanıp-sızlanıp oturamayız. Batı'nın Libya'ya askerî müdahalesine karşı çıkmaktan ibaret bir tavır sergilememiz de sadra şifa olmaz. Bu harekâta bir alternatif sunamadık, onun kaçınılmaz hale gelmesini engelleyemedik, bari bu harekâtı lehimize (Libya halkının, Türkiye'nin, İslam dünyasının lehine) çevirmenin bir yolunu arayalım. Hükümetin, Libya'ya askeri harekâtı Fransa ve ABD'nin tekelinden çıkarmak ve komuta merkezinde yer alarak sivillerin bombalanmasını yahut Libya'nın işgal edilmesini engellemek amacıyla NATO'nun inisiyatif almasını desteklemesi ve Türkiye'yi NATO bünyesinde harekâta dahil etmesi böyle bir arayışın sonucu olsa gerek (Önceki gün Meclis'ten geçen 'Libya Tezkeresi'ni 1 Mart 2003'te Meclis'e takılan 'Irak Tezkeresi'ne benzetmek doğru değil. 'Irak Tezkeresi' işgale destek tezkeresiydi. 'Libya Tezkeresi' ise işgale köstek tezkeresidir.)

Ama yetmez. Başbakan Erdoğan ve arkadaşları istedikleri kadar Libya'nın selametini düşünsünler, Libya Milli Konseyi'ni resmen tanıyıp Kaddafi ile yollarını net bir şekilde ayırmadığı müddetçe Türkiye'nin NATO harekâtındaki varlığı 'Kaddafi namına müfettişlik' olarak görülecek, Libyalı devrimcilerin ve cümle "Arap sokağı"nın Türkiye konusundaki hayal kırıklığı devam edecektir. Batı'nın Libya üzerindeki kirli hesaplarına dikkat çekmekle çok iyi eden Başbakan Erdoğan, bununla yetinmeyip, Libya'yı Kaddafi diktatörlüğünden kurtarma azmini de ortaya koyarsa, İslam dünyası için ideal bir lider profili çizmiş olur.

Libya Milli Konseyi'ni Libya'nın meşru hükümeti olarak tanıyıp Kaddafi ile köprüleri atmak şart. Yoksa meydan tabii ki Sarkozy'lere kalacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi