Yazı, yazarlık, modern zamanlarda yazar (2)
Türkiye’de yazarlığın, gazeteciliğimizin ve yayıncılığımızın tarihiyle sıkı ilişkisi var. Bir çok ünlü yazarımız gazetecilikle yazarlığı, yayıncılıkla yazarlığı birlikte yürütmüşlerdir. Günümüzde iyice kapitalize olmuş ve teknik hale gelmiş gazetecilikten önce basın mesleğinin daha fazla edebiyatla iç içe olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden birçok ünlü gazetecimiz, ünlü yazarlarımız arasında yer almıştır. Bunlar arasında Şinasi’den başlayarak Namık Kemal, Ahmet Rasim, Ahmet Mithat Efendi, Falih Rıfkı, Peyami Safa ve Tarık Buğra’yı sayabiliriz.
VE HALKLA İLİŞKİLER
Ancak yazarlığın ticaret, sanayi, işletme ve yönetim vb. alanlarda kullanıldığı şekliyle bir meslek haline gelmekte olduğunu söylemek mümkündür. Bu anlamda, halkla ilişkiler ve tanıtım metinlerinin oluşturulması, bunların hedef kitleye mümkün olduğu kadar tesir etmesinin sağlanması günümüzde önemli bir konu haline gelmiştir.
Bir işi yapmak kadar anlatmak, başkalarının anlayacağı şekilde ifade etmek de önemlidir, hatta ondan da önemlidir. Böyle bakılırsa, yazarlığın bütün alanlarda işe yarar bir meslek olduğunu söyleyebiliriz. Bir makinanın kullanılışını anlaşılır şekilde yazmak da küçümsenmeyecek bir beceri gerektirir!
YAZARLIK VE AHLÂK
Yazarlık mesleği bizim için ahlâkî çerçeveler olmaksızın doğru tanımlanamaz. (Bütün meslekler için bu ahlâkî mesele sözkonusudur aslında). Yazarın kendisine karşı, yakın çevresine karşı, toplumuna karşı, insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukların Allah’a karşı sorumluluk bilinmeden, kabul edilmeden doğru tarif edilmesi imkânsızdır. Sorumluluklarımızı kendimiz için ve kendimize göre tarif edersek, izafileştirirsek, bu küçük hesapların akımlarına kapılmak anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım bizi haksızlıklara karşı koymaktan, zayıfları desteklemekten, en önemlisi doğruyu söylemekten alıkoyar.
1990’DAN BU YANA NE DEĞİŞTİ?
1990’da bir derginin yazarlık mesleği ile ilgili sorularından birine şu cevabı vermiştim:
“Türkiye’de yazarlık, aydın olma, hâlâ ve öncelikle ideolojik çerçevelerde tanımlanıyor. Şüphesiz aydınların, yazarların görüş, düşünce ve mücadeleleri olmalıdır. Fakat bu onların kişilik ve kimliklerinin belirlenmesinde en başta zikredilen bir husus olmamalıdır. Türkiye’de muhafazakâr aydınlar, yani 19. yüzyılın pozitivizm ve siyantizm cereyanlarının tesirinde kalarak Atatürkçülükten Marksizme kadar farklılaşmış görünen bir çizgide yer alan kesim, “aydın” nitelemesine yakışmayacak bir katı görüşlülük içinde bulunarak fikrî atmosferin serbestçe oluşmasını engellemektedir. Bunların fikir hayatımız üzerinde tahakkümlerinin sona ermesi bir ‘kuşak sorunu’ gibi görünmektedir. Bu kuşak taassuplarıyla birlikte ortadan çekilmeden Türkiye’de gerçek fikir hürriyetine erişmek mümkün görünmüyor. Bu noktada açık düşünceli aydın ve yazarların fikir ortamının sertleşmesini önleyici gayretlerini artırmaları gerekiyor.” (Dergâh, Ağustos 1990)
Dünya 1990’dan bu yana çok değişti. Biz bunu günlük hayatımızda kolaylıkla hissediyoruz. Bu değişmenin bilhassa pozitivist ve bilimci geçinen kesimlerce görmezden gelinmesini ise anlayamıyoruz!
21. YÜZYIL HERKESİ YAZAR YAPACAK!
Türkiye ideolojiyi aşmaya çalışırken, yeni teknolojilerin hayatımızı değiştirdiği gerçeğini de ıskalayamayız.
İnternet, kitaba, kâğıda dayanan medeniyete meydan okuma sayılabilecek bir yerde duruyor. Elbette hâlâ yazılı kültür ağırlığını sürdürüyor. İnternet de bu yazılı kültürü taşımaktan, yaymaktan geri kalmıyor. Yine de yazılı kültürden farklı bir kültüre doğru geçildiği hissedilebiliyor.
İtibari, sanal alem, sanal bir yazılı kültür oluşturuyor. Bu süreçte, etkileşim kavramı öne çıkıyor ve herkes bir şekilde kendini yazar konumunda buluyor.
Yaşadığımız dönem “e-kitap” gibi, “e-yazar” gibi kavramlarla tanımlanacak bir yüzyıl olacağa benziyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.