İslam Devleti Ve Seçim
Bir İslam devletinin gerekliliğinden bahsetmek, aynı zamanda ona bir “Devlet başkanı” ve yeterli sayıda “İdareciler” seçmenin gerekliliğinden de bahsetmektir değil mi?
Şöyle düşünelim; mademki bir devlet gerekli, öyleyse bu devlete bir başkan, yeteri kadar yardımcılar ve memurlar da gereklidir.
Bu devletin başındaki yöneticiye verilen isim çok mu önemlidir? Değilse, “Halife” isminden neden rahatsız olunur?
Rahatsız olanlara “hadi gönlünüz hoş olsun, ‘halife’ değil de ‘başkan’ diyelim” desek, rahatsızlıkları gider mi?
Elbette bu yönetim görevini birileri yapacaktır. Böylece o ülkenin birlik ve beraberliği korunacak, huzur ve bekası temin edilecek, dış düşmanlara karşı ülke savunulacak, haklar ve hukuklar adalet esaslarına uygun olarak düzenlenip uygulanacak, gelir ve giderler tanzim edilecek, idari, hukukî, iktisadî vs. mekanizmaların adil ve sosyal dengeler içinde kurulup işlerlik kazandırılması sağlanacaktır.
Her devlet gibi İslam Devleti de bunun için vardır.
Bilindiği gibi, evreni belli bir plan ve programla, Kur’anî kavramıyla söylersek “Hak” ile yaratan, orada harika bir denge ve düzen kuran Allah Teala, halifesi olarak yarattığı insanı dünyada belli bir düzen içinde mutlu ve huzurlu yaşaması için, semâvî kitaplarla beraber gelen peygamberler aracılığı ile İslam’la tanıştırmıştır.
Buna göre İslam, bütün peygamberlerin sunduğu ilahî dindir. Yani yegane yaşama biçimi, biricik hayat tarzıdır.
Yine bilindiği gibi bu peygamberlerin sonuncusu, İslam dininin en tam ve olgun halini insanlığa tebliğ ile vazifelendirilmiş olan Hz. Muhammed (as) dir. Onun getirdiği Kur'an son kitap, Kur'an’ın kanunları ise temel yasalardır.
Hz. Muhammed (sav), bu dini sadece tebliğ etmekle kalmamış, aynı zamanda mükemmel bir örneklikle yaşamış, bireysel ve toplumsal hayat için ortaya muazzam bir uygulama birikimi koymuştur.
Böylece İslam devletinin temel yasaları olan Kur'an’ın yanında, onun söz, iş ve uygun gördükleri de hukukumuz için "Sünnet" adı altında ikinci bir temel kaynağı oluşturmuştur.
Bu açıklamaların doğal sonucu şudur: Hz. Peygamber, Medine'de kendi devletini kurmuş, aynı zamanda onun fiilen başkanlığını da yürütmüştür.
O, toplum açısından bakıldığında yalnızca bir devlet başkanı da değildi. Aynı zamanda hakim, komutan, öğretmen, diplomat vb. gibi devletin bütün yönetiminde de örnekti.
Tarih şahittir ki O, İslam'ın kurallarını tam bir tarafsızlık içinde, en adaletli bir biçimde uygulamıştır. Onun bu konuda ne kadar ciddi ve hassas olduğunu "Vallahi, kızım Fatıma da hırsızlık yapsa, O'nun da elini keserdim." demesinde bir kere daha görürüz.
Bütün bu bilinenleri zikretmekten maksadımız, sözü şuraya getirmektir; O'ndan sonra devleti yönetmek, bir nevi O'nun görevini üstlenmektir. Bu görevi yürütene bu “üstlenme” yüzünden de “Halife” denildiğini biliyoruz. Bu konuları “İslam’da Devlet Ve Siyaset” kitabımızda genişçe yazmıştık, balılabilir.
Hakkını vererek O’nun makamına oturmaktan daha güzel, daha olumlu, daha şerefli, daha faziletli, daha sevap ne olabilir ki…
Hakkını veremeden O’nun makamına oturmaktan daha kötü, daha çirkin, daha belalı ne olabilir?
Seçimler yaklaşırken, seçilme konumunda bulunanların sevinç ve heyecanına bakıyorum da hayret ediyorum. Sanırım siz de benim hayretime şaşırıyor ve “hangi devlet, hangi başkan, hangi seçim?” diyorsunuzdur.
Eh, nükteyi anlamışsak işte burada birleşiyoruz.
Biz müslümanız ve bizim derdimiz davamız İslam Toplumuna İslam devlet Başkanı seçmenin heyecan ve mutluluğunu yaşamak olmalı değil midir?
Evet, ama gel gör ki biz nelerle uğraşıyoruz?
Acaba bütün yüreğimizle sevinç ve heyecan duyacağımız kendi seçimimize bir kere olsun katılabilir miyiz?
Allah’ım bize de göster!