Çıktım erik dalına anda yedim üzümü (4)
...Kanımca, demokrasilerin en çarpıcı yanı; hukukun üstünlüğünün esas olması ve herkesin hukuk önünde eşit olmasıdır. Herhangi bir kişi, kurum, ya da zümre hukukun üstünde (layus el, sorumsuz) olamaz. Herhangi bir karar yargının dışında kalamaz... Bunlar demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Eğer demokrasiye inanıyorsak, kişisel ve toplumsal olaylarda “bu olmazsa olmaz”larla ilgili olarak mutlaka duyarlı olmamız, sorumluluk duymamız gerekmektedir. Bunu ister vatandaşlık isterse de insanlık görevi olarak yapalım, ama yapalım! Bunu Dostoyevski’nin Karamazov kardeşlerde söylediği gibi “Tanrı yoksa her şey mübah, Tanrı varsa her şeyden sorumluyuz” şeklinde, tanrıyla da ilişkilendirebilirsiniz.
Yaşanan çeşitli örneklerden bilmekteyiz ki, demokrasi anlayışının yerleşmediği ülkelerde yönetimde otokrasi hakim olmaktadır. Adı ya da şekli ne olursa olsun otokrasinin getireceği şey kaçınılmaz olarak “yasaklar ve hukuksuzluklar”dır. Bir ülkede ne kadar yasak varsa o kadar otokratik bir yönetim var ve o ülke demokrasiden o kadar uzak demektir. Bugün özellikle otokratik ülkelerde aşikâr bir şekilde görüyoruz ki yasaklar cehaleti ve fakirliği, cehalet ve fakirlik de insanlığın en büyük düşmanı olan radikalizmi doğurmaktadır. Oysa yasaklar azaldıkça bilgi artar, cehalet ortadan kalkar, insanlar arasındaki ilişkiler ve ticaret gelişir, ekonomi sağlamlaşır, refah seviyesi yükselir, toplum güçlenir ve ülke daha bağımsız olur. Sonuçta terörizm de bu zeminde kendine yer bulamaz. Ülkemizdeki güneydoğu sorununa da biraz bu gözle bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bugünkü bilişim dünyasında bütün bunların bilinmiyor olması insanı şaşırtıyor doğrusu! Yoksa biliniyor da bilmezlikten mi geliniyor, bu da benim için bir soru işareti!
Biliyorum günümüzde kimse tavsiyeden hoşlanmıyor ama konu başlığımız “Ulusal Gençlik Konseyine Giden Yolda Yapılması Gerekenler” olduğuna göre tabii ki size birkaç şey söylemem gerekiyor.
- Mesela; “Kurulacak parlamentoda bu konularda hassasiyet gösterilmeli ve bu ilkeler benimsenmelidir” diyeceğim.
- Mesela; “Bu anlayış bana göre atacağınız kurumsallaşma yönündeki resmi adımlardan çok daha önemlidir” diyeceğim. Çünkü biraz önce “öncelikle insan olmak esas olmalı” sözleriyle insana ait olanı belirtirken, “Ulusal Konseye giden yoldaki zemininiz de bu olmalı ve kurumsal yapılanma bunun üzerine inşa edilmelidir” diyeceğim.
- Mesela; “Bugün birçok ülkede temel insan hakları Anayasalar ile teminat altına alınmış olmasına rağmen bu hakların kağıt üstünde kalması ve hayat bulamamış olması bu zeminin olmayışındandır” diyeceğim.
Mutlu olmak için; kendimizle barışık olmak zorundayız.
Kendimizle barışık olmak için hedeflerimizi başarmak zorundayız. Kişi, kurum ve toplum olarak başarılı olmak için ise bulunduğumuz çevrenin dışına çıkmak, ulusal ve uluslararası alanda rekabet edebilecek düzeye gelmek durumundayız; yani kaliteli olmak. Unutmayalım “Kalitenin pasaportu olmaz ya da kaliteye pasaport gerekmez”. Bugünün girişim, değişim ve savaşım dünyasında kendimize uygun bir vizyon ve misyon sahibi olmak zorundayız. “Birey olmak” tamam, ama bireysellikle ortak aklı uyumlaştırmak, kolektivizmi başarmak mecburiyetindeyiz. Artık ayan beyan biliniyor ki kolektivizmin olmadığı yerde kişi bazında iyi olmak, toplam kalite anlamında takım başarısı için, yeterli ol(a)mamaktadır. Bunun en açık örneği Fenerbahçe futbol takımında görülmektedir ( Not: Bu durum, bugünlerde Beşiktaş ve Galatasaray için daha çok geçerli!). Şampiyon olsanız bile iyi futbol oynayamıyor, takımınıza güvenemiyor, onunla gurur duyamıyorsunuz. Sonuçta taraftarınız mutlu olmuyor.
Kendimize, toplumumuza, ülkemize güvenelim.
Ancak bu güven sayesinde her türlü zorluğun üstesinden gelebiliriz. Mesela, bir şeyi başarmaya çalışıyor ve bunun için her türlü çabayı gösteriyor ama yine de olmuyorsa, o zaman yöntemimizi değiştirelim. Farklı şeyler denemekten, başarısız olmaktan korkmayalım. Unutmayalım; Edison elektriği bulurken 9 bin küsür deney yapmış ve kendisini eleştirenlere “Nasıl yapılamayacağını öğrendim” demişti. Einstein da “deli hep aynı şeyi yapıp farklı sonuç bekleyendir” diyor.
Kültürel zenginliğimizi, milli değerlerimizi, inancımızı koruyalım.
Bu anlamda milliyetçi olalım ama milliyetçiliği bir kısım insanlara karşı bir düşmanlığa bir öfkeye dönüştürmeyelim. Doktriner ideolojilerden, toptancı görüşlerden, her türlü radikalizmden uzak duralım. “Düşmanım olsun ki ben var olayım” düşüncesindekilere meydan vermeyelim. Bu yolla iktidar olmak ya da özgürlükleri tırpanlamak isteyenlerin oyunlarına gelmeyelim... “Etrafımız düşmanlarla çevrili, Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” söylemi kendine ve toplumuna güven duymayanların söylemidir. Bu tür sözler, konuşmamın başında da anlattığım gibi “çözüm odaklı olmaktan çok sorun odaklı” olan argümanlardır.
Son olarak,...
Şunu yapın, bunu yapın, ne isterseniz yapın ama yaparken;
Gönlünüzde sevda olsun, aşk olsun
Yüreğinizde sevgi pınarları doğsun
Bu aşk, bu pınar “yedi veren gül”ler gibi her dem yeniden açsın. Mademki bu çiçekler, bu güller en güzel dönemlerini yaşarken, koparılıyor ve birkaç saat sevildikten sonra fırlatılıp atılıyor ve buna rağmen hayata küsmüyorlar ve yeniden açıyorlar; bizler de her mevsim, her gün, hatta her saat yeniden açalım, yeniden insanlara, hayata, dünyaya açılalım.
Haa! Bütün bunları anlattıktan sonra, “Ulusal Gençlik Konseyi’ne giden yolda daha başka neler yapmalıyız?” diye soracak olursanız; onları bu konuşmanın içinden siz çıkaracaksınız. Ne demiştik: Harita bizden... sonrası yani yolu bulmak sizden!
Ben, burada konuşmama son verirken, “Ulusal ve Dünya Gençlik Parlamentosu”nu kurma yolunda yapacağınız çalışmalardaki temel felsefenin anlattığım bu düşünceleri de kapsamasını diliyor tekrar hepinize sevgilerimi, başarı dileklerimi sunuyorum.
Şansınız bol, bahtınız açık olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.