Atom zerrâtı adedince parçalanmak
2 Nisan 1971, Bediüzzaman Hazretlerinin Talebelerinden merhum Zübeyir Gündüzalp’in vefat tarihidir. Bu vesile ile o ve onun gibi, hayatlarını Kur’ân’a hizmete vakfedenleri rahmetle yâd ediyoruz.
Risâle-i Nur eserlerini okuyan herkes, merhum Zübeyir Gündüzalp’in bilhassa ‘müdafaalar’da yer alan ifadeleri karşısında çarpılır, adeta şoka uğrar. Çünkü o, mahkeme müdafaalarında kendisini değil, Üstadından aldığı dersle Risâle-i Nur’u müdaafa eder. Meselâ bir defasında, sorgu hâkimliğinde, “Sen Risâle-i Nur’un talebesiymişsin” denilmiş. Cevabı şöyle olmuş: “Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dâhînin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla ‘Evet, Risâle-i Nur şakirdiyim’ derim.” (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 468)
Merhum Zübeyir Gündüzalp’in “imansızlık tehlikesi”ne karşı duyduğu endişe de çok çarpıcıdır. Aynı müdafaasında şöyle diyor: “Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince paramparça olması lâzım gelir.” (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, s. 473)
Zübeyir Ağabeyin ortaya koyduğu tavır, ‘sağlam iman’ın bir göstergesi olsa gerek. “Hakikî imanı elde eden adam”lar, çevresiyle böyle ilgilenir. Duyduğu haberlere de böyle yaklaşır. “Aldırma da geç” demez, diyemez.
Bütün bunları sadece merhum Zübeyir Ağabeyi rahmetle yâd etmek için hatırlamadık. Günümüzde, kalpleri param parça etmesi gereken o kadar ‘haber’ var ki, maalesef bunları ‘kuş sesi’ dinler gibi dinliyoruz! “İmansızlık cereyanı” her türlü vasıta ve vesileyi kullanıp imanımızı çalmaya çalışıyor. Bu tehlikeleri görmezden gelip, “Aldırma da geç” diyebilir miyiz?
Meselâ, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 Ekim-Kasım-Aralık dönemini içine alan dördüncü çeyreğe ilişkin “Evlenme ve Boşanma İstatistikleri”ni yayımlamış. 2010 yılı son çeyrek bilgilerine göre, söz konusu 3 aylık dönemde 137 bin 637 çift evlenirken, evlenenlerin sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 0,8 artış meydana gelmiş. Söz konusu dönemde boşanma sayısında ise, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 6 artış meydana gelmiş. 2009 yılı dördüncü çeyreğinde 27 bin 670 çift boşanırken, rakam 2010 yılının aynı döneminde 29 bin 326’e yükselmiş. Boşanma sayısında en fazla artış ise, yüzde 17 ile Orta Anadolu Bölgesinde gözlenmiş. Boşanmaların dörtte 1’i ise, 16 yıldan uzun evliliklerde görülmüş. (AA, 1 Nisan 2011)
Boşanma sayısındaki nisbî artış, başta Türkiye’yi idare edenler olmak üzere hepimizi endişelendirmeli değil mi? Boşanma, sadece iki kişiyi ilgilendiren bir mesele değil ki. İki kişi için de ‘yıkım’dır, ama onlarca akraba ve hele çocuklar var ise, onlarda sebep olduğu yıkım nasıl hesaplanabilir, telâfi ve tedavi edilebilir? Böyle ‘haber’ler karşısında hepimizin kalbinin, zerreleri adedince ‘parçalanması’ gerekmez mi? “Boşanmışsalar boşanmışlar” diyebilir miyiz? diyemeyiz ve dememeliyiz.
Peki ne yapmalıyız? En başta bu ve benzeri ‘sosyal yara’ların ‘yara’ olduğunu kabul etmeliyiz. İkinci olarak da aileleri parçalayan sebepleri ortadan kaldırmak için gayret sarf etmeliyiz. Televizyon programları başta olmak üzere medya ve ‘sanal âlem’in birinci ve öldürücü bir tehlike olduğunu kabulle de işe başlayabiliriz. Siyasetçisinden sanatçısına, ‘aydın’ından köylüsüne, Diyanet’inden eğitimcisine kadar herkese düşen bir vazife vardır.
Uyanalım, tehlikenin farkına varalım ve kalbimiz paramparça olmuşçasına çare arayalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.