Suriye konusundaki bazı eleştiriler üzerine
AK Parti hükümetinin Beşşar Esed yönetimi ile teşrik-i mesaisini hep destekledim. Suriye ile bütünleşme siyasetini ve bu çerçevede imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması'nı hararetle savundum. Türkiye-Suriye bütünleşmesine katkı mahiyetinde bir şey yaptığında yahut söylediğinde, Beşşar Esed'e iltifat etmekten de geri durmadım.
Suriye'deki son gelişmelerin ışığında bundan pişmanlık duyuyor muyum? Hayır, duymuyorum. Suriye'de bir baskı rejiminin hüküm sürdüğünü yeni öğrenmedim. Geçmişte de birçok yazımda bu gerçeğe dikkat çekmiş ve Suriye'de acil reformun gereğine işaret etmiştim. Fakat, "Bütün sorunları çözemiyorsak hiçbir sorunu çözmeyelim; ya hep ya hiç!" diye kestirip atmayı doğru bulmadığım için, bazı sorunların çözülmesine yarayan Ankara-Şam yakınlaşmasını teşvik etmeyi münasip gördüm.
Der'a, Lazkiye, Duma bundan beş sene evvel Baas rejimine karşı ayaklanmış olsaydı, ben de o zaman ağırlığı Suriye'deki hürriyet ve adalet mücadelesine verirdim. Yoktu öyle bir ayaklanma. Öyle bir ayaklanmanın emaresi bile yoktu. Ve Türkiye "Suriye'de halk devrimi oluncaya kadar Türkiye-Suriye hattında hiçbir gelişme olmasın" diyemezdi. Mevcut şartlarda mümkün olan bütün iyileştirmeler yapılmalıydı. O iyileştirmeler belki orta veya uzun vadede Suriye halkının hürriyetine de vesile olurdu. Böyle düşündüm.
22 Aralık 2009 tarihinde bu köşede yayınlanan "Suriyeli Bir Muhalifin Eleştirisi Üzerine" başlıklı yazımı, biraz kısaltarak, yeniden dikkatinize sunuyorum:
"Suriye Adalet ve Kalkınma Hareketi lideri Enes El-Abduh, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yazdığı açık mektupta, Baas rejiminin muhalefete hayat hakkı tanımadığını belirtip, 'Siz insan haklarına saygı gösteren demokratik bir partisiniz; nasıl oluyor da totaliter diktatör bir rejimle ittifak kurabiliyorsunuz?' diye soruyor.
Cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında 'Muhaberat teşkilatlarının halkı rahatsız etmesine izin vermeyeceğiz', 'İfade özgürlüğünün önündeki engelleri kaldıracağız', 'Çok partili demokratik sisteme geçeceğiz', 'Bundan sonraki ilk cumhurbaşkanlığı seçimi çok adaylı olacak', 'Kürtlerin durumları düzelecek' gibi taahhütlerde bulunan ve Baas Partisi'nin anayasal ayrıcalıklarının kaldırılacağı yönünde işaretler veren Beşşar Esed, ıslahat yolunda gözle görülür bir gayret içine girdiyse de, bu radikal adımları atmaya henüz cesaret edemedi.
Amerikan tehditlerinin, Irak ve Lübnan savaşlarından mütevellit korkuların, sayıları milyonları bulan Iraklı ve Lübnanlı mültecilerle ilgili kaygıların 'Muhaberat rejimi'ni ihya ettiği ve ıslahat sürecini yavaşlattığı, Esed'in bu süreci hızlandırmak için suların durulmasını beklediği ileri sürülüyor.
Esed'in, 'derin devlet'le zamansız bir çatışmaya girmekten imtina ettiği de söyleniyor.
Gerçekten öyle midir değil midir, tartışabiliriz.
Muhalefet üzerindeki Baasçı baskıların hiçbir kayıt ve şart altında mazur görülemeyeceği ise elbette ki tartışma götürmez.
Ama, Ankara'nın Şam'la yakınlaşma siyasetinin doğruluğu da tartışma götürmez.
Suriye'deki bazı sorunların bir türlü çözülmemesi yüzünden duyduğumuz derin üzüntü ve hayal kırıklığı, başka bazı sorunların Ankara-Şam yakınlaşması sayesinde çözülmesine sevinmemizi ve bu yakınlaşmayı desteklememizi engellememeli.
Suriye'deki Baas rejiminin 'Osmanlılara ve Türklere lanet olsun' demeyi bırakıp 'Osmanlı bizim Türklerle ortak devletimizdi. Geçmişte Türklerle nasıl beraber olduysak gelecekte de beraber olabiliriz' demesi iyi midir kötü müdür?
Bugüne kadar sesi kısılmaya çalışılan Suriyeli mütefekkir Cevdet Said'in bugün Baas rejiminin televizyonunda "Arap ülkeleri Türkiye ile birleşmeli" diye konuşmasına izin verilmesi iyi midir kötü müdür?
Suriye'de İttihad-ı İslam'cı söylemlerin üzerindeki baskının kalkması ve şovenizmin resmi ideoloji olmaktan çıkmaya başlaması iyi midir kötü müdür?
Türkiye'den Suriye'ye ve Suriye'den Türkiye'ye gidiş-gelişlerin fevkalade artması, Müslüman halkların serbestçe kucaklaşabilmesi iyi midir kötü müdür?
'Türkler Arapları sömürdü' ve 'Araplar Türkleri arkadan vurdu' propagandalarının etkilerinin azalması iyi midir kötü müdür?
İskenderun, Fırat suları ve Bekaa Vadisi etrafında kopan fırtınaların dinmesi, Türkiye-Suriye savaşı senaryolarının çöpe atılması, Ankara ile Şam'ın birbirinden emin olması ve bu sayede emperyalist fitnecilerin bölgedeki manevra sahalarının daralması iyi midir kötü müdür?
Mısırlı Fehmi Huveydi yahut Filistinli Eymen Halid gibi muteber Arap muharrirlerin 'Türkiye-Suriye ikilisini kıskanmamak elde değil', 'Kardeş bölge ülkeleri ile bütünleşmek için canla başla çalışan Türkiye yönetimi Arap rejimlerine örnek olmalı' diye yazarak Arap kamuoyuna bölgesel birlik şuuru aşılamaları iyi midir kötü müdür?
Bu trend, bu rüzgâr, bu gidiş iyi midir kötü müdür?
Tabii ki iyidir.
Muhakkak ki iyidir.
Hiç tartışmasız iyidir.
Ve bunlar Ankara'nın Şam'la yakınlaşma siyasetinden kaynaklandığına göre, o siyaset iyiliğe hizmet eden bir siyasettir.
Orta veya uzun vadede baskıcı rejimlerin yumuşamasına da yol açar inşaallah.
Ahmet Davutoğlu hocanın 'Stratejik Derinlik' adlı kitabında öyle bir öngörü var..."