Müslüman Millete Batıcılık Baskısı
Osmanlının sonunda devletin zaf’ını düşmanlarının güç ve artan kuvvetlerini gören, ummadıkları mağlubiyetlerin altında ezilen yetkililer, en zeki gençlerini, avrupaya gönderdiler. Gitsinler, araştırsınlar, öğrensinler ve ülkeyi kurtarsınlardı amaçları…
Gidenler orada depdebe ve şaşaa gördü. Zevk ve sefahat gördü. Maddi bir medeniyet, bir yaşam biçimi, bir örf ve adet, hatta bir ahlak anlayışı gördü. Gördüğü maddi eserlerdi. Ama o eserleri meydana getiren gerçek sebepler neydi. Hangi çaba ve gayret, hangi disiplinli çalışma, hangi irade eğitimi ve fedakarlık… Onu bir türlü göremediler kamaşmış gözlerinden…
Sandılar ki, Fransızca, İngilizce konuşurlar, içki içer, kumar oynar, dans ederlerse, metres tutar, zina eder, açılır saçılırlarsa, kendileri de o medeniyetin eserlerinden istifade ederler. Bu istifadeye kim karşı çıkıyor, engel oluyorsa, kuşkusuz o gericidir, yobazdır; dinlememeli, tepelenip geçilmeli…
Peki, böyle bir hayata kim karşı çıkıyor, engel oluyor?
İslam ve Müslümanlar…
milletin inancı, ahlakı, örf ve adaletleri…
Öyleyse, tehlike tespit edilmiştir. Derhal milletin inancı, ahlakı, örf ve adetleri yok edilmeli, yerine galiplerin, medenilerin inancı, ahlakı, örf ve adaletleri yerleştirilmeli… Bizi geri bırakan unsur ölmeli, uygarlık yaşatılmalı.
Bunu duyan Ziya Paşa şaşkındır:
“İslam imiş millete pâ-bendi-i terakki
Evvel yok idi, iş bu rivayet yeni çıktı…”
Halk, elbette buna tepki duyarak, inançlarına sahip çıkacaktı. İşte bu çatışma, birçok kötülüğün anası oldu. Hangi birini sayalım; Önce, halkla aydın arasında meydana gelen bir çatışma, başlıbaşına bir kötülük, bir kayıptır.
Millet, bir yandan emeklilerin başa gittiğini görüyor, başsız kaldığına yanıyor, bir yandan da zarar görmesin diye, yarım yamalak bildiği din ve örflerine, sıkı sıkıya, taassupkârane sarılıyor, her yeniliği ürkerek reddediyordu. Bu red ise, onu çağın gerektirdiği bir çok ihtiyacını karşılamaktan mahrum bırakıyor, fakirlik ve sefaletin içine atıyordu.
Ne olurdu, sadece matematik, sosyal ve fen bilimlerinin bir millet için yetmeyeceğini anlayabilseydik?
Keşke kısır bir taklitten kurtulabilseydik de, milletin dinini, ahlakını, örf ve adetlerini de öğretebilseydik… Ama öyle olmadı. Öğrencilere akla ve fenne uymayan her şeyi reddetmeli bilimselliği(!) aydınlanmasallığı(!) öğretildi. Din afyon yerine konuldu. Sonuç, çöken birey, çöken aile ve çöken toplum. Ve çöken devlet… Koca Osmanlı gümbür gümbür yıkıldı!…
Biz bu felaketlerden niye ibret almadık?
Bugün hala eksikliğimiz ilimdir diyor, cehaleti en büyük ayıp ve noksanlık görüyor, okuma yazma seferberliğine koyuluyor, her ile üniversiteler açıyor, ama hala dini, imanı, ahlakı, milli kültürü ihmal ediyoruz.
Saadet ne ilimde, ne parada. O tamamen ahlaki, vicdani, kalbi bir olay.
Bunu görmeliyiz artık.