Seçim mesafesinde millî eğitim ve kültür
Siyaset seçim menziline girdi. Önümüzdeki günlerde adaylar belirlenecek ve kahvehanelerden meydanlara kadar yaygın bir propaganda faaliyeti başlayacak.
Muhalefetin işi kolay. Sırtında yumurta küfesi taşımıyor. Nasıl olsa bekâr, karı boşama derdi yok!
Ya iktidar öyle mi?
Muhtemelen, bugünkü yönetimin kendisi için tuttuğu bir karne vardır. Başbakan bu karneye göre, önümüzdeki seçimin stratejisini belirleyecek.
Dış ilişkiler, ekonomi, dış ticaret, ulaştırma ve iletişim alanındaki gelişmeler...
Türkiye’nin maddî gelişmişlik göstergeleri son dokuz yılda bir hayli iyileşti. Dünyayı sarsan iktisadî kriz Türkiye’yi gerçekten teğet geçti. Bugün on yıl öncesinden daha güçlü ve sözü dinlenir bir Türkiye var.
Bugünün resmini çektikten sonra bu resmin arka planı üzerine de konuşmak zorundayız. Maddî gelişmişlik kıstaslarıyla atbaşı gitmeyen medenî-kültürel/manevî yapı üzerinde de durmalıyız.
Türkiye yirminci yüzyılın başında eğitim ve kültür alanında ciddi ve kalıcı zihnî hasarlar oluşturan süreçlerden geçti.
Kültürel-medenî varlığımızı, değerler dünyamızı kendi ellerimizle tahrib ettik, hatta bunu resmî siyaset edindik.
Maarifi bıraktık, eğitime yöneldik. Eğitim değerlerden yoksun bir öğretim faaliyetine dönüştürüldü. Sadece ideolojik pratik üzerinden bir değer öğretimi yapıldı. Çok açık konuşmalıyız: İdeoloji değerler alanını kapsayacak şekilde eğitimin merkezine yerleştirildi. Daha da açığını söyleyelim: İdeolojinin dinin alanını işgal etmesi istendi.
Yüz yıla yaklaşan eğitim ve kültür siyasetinin AK Parti döneminde de ciddi bir değişim belirtisi gösterdiğini söylemek mümkün değil.
Sağcı, muhafazakâr... ne denilirse denilsin bütün siyasî partiler söylemlerini medeniyet, kültür ve maneviyat üzerine kurarlar, fakat icraatları asla bu zemin üzerinde yürümez.
İktidardadırlar ama, manevî/kültürel alana bu yansımaz.
Bugünün dünyasında Türkiye “medeniyetler çatışması” tezi yerine “medeniyetler ittifakı” düşüncesini aktif hale getirmeye çalışıyor. “Medeniyetler ittifakı” kavramı neresinden bakılırsa bakılsın sıkıntılı. Belki medeniyetler uzlaşmasından, işbirliğinden, diyaloğundan söz edilebilir. Her halükârda farklı medeniyetlerden söz ediliyor demektir.
Peki Türkiye bugün hangi medeniyet adına masada yer almak istiyor?
Batı medeniyeti adına olmadığı açık.
Adı telaffuz edilmeyen medeniyet eğer İslâm medeniyeti ise, Türkiye bunun için yeterince mücehhez mi? En azından böyle bir liderliğe zihnen hazır mı?
Bunu millî eğitim yönlendirenler, resmî kültürü yönetenler ne ölçüde düşünmüşlerdir?
Daha doğrusu hiç düşünmüşler midir?
Şöyle veya böyle, bu sene “Mehmet Âkif yılı” olarak ilan edildi.
Buna rağmen 12 Mart İstiklâl Marşı’nın 90. yıldönümü kutlamaları yasak savma kabilinden geçiştirildi. 2011’in Mehmet Âkif yılı olduğuna inanmak için bin şahit lâzım.
Eğitim Bakanlığı’nın icraatına, Kültür Bakanlığı’nın yapıp ettiklerine bakarak bu iktidarın devamı yönünde oy kullanılabilir mi?
Bu soruya gönül rahatlığı ile “Evet” cevabı verecek durumda mıyız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.